Loading...

Bunlari biliyormusunu


BUNLARI BİLİYOR MUSUNUZ?

1- Abdest Nedir?

Dirsekler ile beraber ellerin, yüzün, topuklarıyla beraber ayakların temiz su ile yıkanması ve başın meshedilmesidir.A

2- Adak Nedir?
Kişinin dinen yükümlü olmadığı halde, farz veya vacip türünden bir ibadet yapacağına dair Allah’a söz vermesidir.

3- Ahiret Ne Demektir?

Kıyametin kopmasından sonra başlayan ve sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatıdır.

4- Ahkam Nedir?

Kur’an ve Sünnetin içerdiği dinî hükümlerdir.

5- Ahlâk nedir?

Bir kişinin iyi veya kötü olarak nitelenmesine sebep olan manevî değerleri, huyları ve bunların tesiri ile ortaya koyduğu davranışların bütünüdür.

6- Allah’ın Rızası Ne Demektir?

Yapılan herhangi bir işten Allah’ın hoşnut olmasıdır.

7- Amin Ne Demektir?

Yapılan duâ için, “Ya Rabbi Kabul buyur” demektir.

8- Arafat nedir?
Hacı adaylarının “vakfe” yapmak üzere arefe günü toplandıkları, Mekke’nin güneydoğusunda bulunan bir bölgedir.

9- Arş Nedir?

Mecazî anlamda, ilahî hükümranlık tahtı demektir.

10- Ashâb Ne Demektir?

Hz.Peygamber’i gören ve onunla sohbet eden müslümanlardır.

11- Aşere-i Mübeşşere Nedir? Ve Kimlerdir?

Dünyada iken Hz.Peygamber tarafından Cennetle müjdelenen on kişiye Aşere-i Mübeşşere denir.

Bunlar: Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talhâ, Zübeyr, Avf oğlu Abdurrahman, Sa’d, Zeyd oğlu Saîd, Ebû Ubeyde (r.a.) hazretleridir.

12- Aşûre Nedir?
Kameri takvimin birinci ayı olan Muharremin onuncu gününe verilen isimdir.

13- Ayet Nedir?

Kur’an-ı Kerim’de durak işaretleri arasındaki cümle ya da ifadelerdir.

14- Berat nedir?
Borçtan, suç ve cezadan kurtulmaktır. Günahlardan kurtulmaya vesile olan Şaban ayının onbeşinci gecesine de Berat gecesi denir.

15- Beytullah Ne Demektir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Kâbe’nin diğer adıdır.

16- Bid’at nedir?
Dinin aslından olmadığı halde dindenmiş gibi algılanan şeylerdir.

17- Câiz Nedir?

Yapılması dinen yasak olmayan şeydir.

18- Cami ve Mescid Nedir?

Müslümanların toplu halde veya tek başına namaz kılıp, ibadet ettikleri umuma açık mübarek mekanlardır.

19- Cennet, Cehennem, Sırat-ı Müstekîm, Berzâh Ne Demektir?

Cennet; Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından sakınanların konulacağı ebedi mükafat yeridir.

Cehennem; kafirlerin sürekli olarak kalacakları azap yeridir.

Sırat-ı Müstakîm; Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de beyan ettiği dosdoğru yoldur.

Berzah; ölümle kıyamet arasındaki zaman dilimidir.

20- Din Nedir?
Hür iradeleriyle inanan akıl sahibi insanları, en iyiye, en doğruya, en güzele ve ebedî mutluluğa ulaştıran ilahî kanunlar bütünüdür.

21- Dört Büyük Kitabı Biliyor musunuz?
Dört büyük kitab: Tevrât, Zebûr, İncil ve Kur’an’dır.

22- Dört Büyük Meleği Biliyor musunuz?

a) Cebrail: Allah’tan vahiy getiren melektir.

b) Mikail: Evrendeki tabiat olayları ve canlıların rızıkları ile görevli melektir.

c) İsrafil: Kıyametin kopması ve insanların kabirlerinden kalkması için “Sûr”a üflemekle görevli melektir.

d) Azrail: Canlıların ruhlarını almakla görevli melektir.

23- Duâ Nedir?

Kulun istek ve arzularını uygun bir üslupla Allah’a arzetmesidir.

24- Ebedî ve Ezelî Ne Demektir?

Ebedî, sonu olmayan; ezelî ise başlangıcı olmayandır.

25- Ecel Ne Demektir?

Allah’ın takdir ettiği ömrün sona erdiği andır.

26- Ecir Nedir?

Yapılan güzel ameller karşılığında Allah’ın kullarına verdiği mânevî mükafattır.

27- Esmâ-i Hüsnâ Nedir?

Yüce Allah’ın en güzel isimleri anlamına gelir.

28- Ezan Nedir?

Namaz vakitlerinin girdiğini bildirmek üzere müezzin tarafından okunan ve özel sözlerden oluşan dini bir davettir.

29- Farz Nedir?

Dinen yapılması kesin olarak istenen şeydir.

30- Fasık nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına riayet etmeyen kimseye denir.

31- Fıkıh Nedir?

Kişinin amel yönünden faydasına ve zararına olan şeyleri bilmesidir.

32- Fidye Nedir?

Meşru mazeretler sebebiyle bazı ibadetlerin yapılamaması veya ibadet sırasında eksikliklerin oluşması sebebiyle yerine getirilmesi gereken dinî yükümlülük.

33- Fitne nedir?

İyi veya kötü şeylerle deneme, manevî çöküntü, sosyal kargaşa ve kaos demektir.

34- Fitre Nedir?

Ramazan Bayramına kavuşan ve dinen zengin sayılan Müslümanların, kendileri ve bakmakla yükümlü oldukları kişiler için fakirlere vermeleri gereken belli miktarda mal ya da paradır.

35- Gusül Nedir?

Ağızı, burnun içini ve bütün bedeni yıkamaktır.

36- Günah Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına aykırı olan amel, söz ve davranışlardır.

37- Hadis Nedir?

Hz.Peygamberin sözleri veya O’nun fiil ve onaylarının sözle ifadesine denir.

38- Haram Nedir?

Dinen yapılması kesin olarak yasaklanan şeydir.

39- Haşr Nedir?

Bütün canlıların yeniden diriltilerek mahşerde, hesap vermek üzere toplanmasıdır.

40- Hatim Nedir?
Kur’an-ı Kerim’in baştan sona kadar orijinalinden okunup bitirilmesidir.

41- Hayır Nedir?

Hayır, Yüce Allah’ın rızasını kazanmaya vesile olan güzel amellerdir.

42- Helal Nedir?

Yapılıp yapılmaması konusunda dinî bir hüküm bulunmayan şeylerdir.

43- Hicret Nedir?

Hz. Muhammed’in Miladî 622 yılında Mekke’den Medine’ye göç etmesi olayıdır.

44- Hilye-i Şerif Nedir?

Peygamber Efendimizin dış görünüşünü ve vasıflarını anlatan eserlere verilen addır. “Hilye-i Saâdet” de denir.

45- Hurâfe Nedir?

Akla ve ilme aykırı olan ve hiçbir temeli bulunmayan batıl inançlar ve uygulamalardır.

46- Hutbe Nedir?

Cuma ve Bayram günlerinde camilere gelen müminleri, dinî konularda aydınlatmak üzere hatibin yaptığı konuşmadır.

47- İbadet Nedir?

Allah’a gönülden, isteyerek yönelmek ve karşılığında sevap vadedilen dinî görevleri ve amelleri Allah’ın rızasını kazanmak amacıyla yerine getirmektir.

48- İcmâ Nedir?

Hz.Peygamber’in vefatından sonra, herhangi bir asırda, bütün İslam müçtehitlerinin, dînî bir konuda ortak hüküm vermeleridir.

49- İçtihat Nedir?

Müçtehidin herhangi bir dînî mesele hakkında bir hükme ulaşabilmek için belli tekniklere başvurarak bütün gücünü harcaması demektir.

50- İftar Nedir?

Oruç açmaktır.

51- İhram Nedir?

Hac veya umreye niyet eden bir kimsenin, diğer zamanlarda mübah olan bazı davranışları belirli bir süre boyunca kendisine yasaklamasıdır. Bu amaçla giyilen şeye de aynı ad verilir.

52- İhsan Nedir?

İnsanlara iyilik etmek, yararlı ameller işlemek ve “Allah’ı görüyormuş gibi, O’na ibadet etmek” demektir.

53- İlahi Kudret Nedir?

Yüce Allah’ın gücü ve kuvvetidir.

54- İlâhî Ne Demektir?

Tasavvuf Edebiyatında Allah ve Peygamber sevgisini dile getiren şiir türünden dizelerdir.

55- İlk Müslümanlar Kimlerdir?

İlk Müslümanlar Hz.Hatice, Hz.Ali, Zeyd b. Hârise ve Hz.Ebu Bekir’dir.

56- İlk Vahiy Peygamberimize Ne Zaman Gelmiştir.

İlk vahiy, Miladî 610 yılında, Hz. Peygamber, kırk yaşında iken, Mekke yakınındaki Nûr Dağı’nda ve Kadir Gecesi’nde gelmiştir.

57- İmam-Hatip Kimdir?

Cemaate namaz kıldıran ve hutbe okuyan kimse demektir.

58- İman Nedir? Veya İnanç Nedir?

Hz.Peygamber’in, Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerin doğruluğunu kabul ve tasdik etmektir.

59- İmsak Nedir?

Oruç niyetiyle yeme, içme ve cinsel ilişki gibi orucu bozan şeylerden uzak durmaktır.

60- İrşâd Nedir?

Müslümanlara doğru yolu göstermek ve onları dinî görevleri hakkında aydınlatmaktır.

61- İslam Nedir?

Allah’ın, insanlara Peygamberi Hz.Muhammed (s.a.v.) vasıtasıyla gönderdiği son ilâhî dinin adıdir.

62- İsrâ Nedir?

Peygamberimiz Hz.Muhammed (s.a.v.)’in bir gece Allah tarafından Mekke’deki Mescid-i Haram’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürülmesidir.

63- İtâat Nedir?

Allah’ın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmaktır.

64. İtikad nedir?

İnanma, gönülden tasdîk etme demektir. İtikadî konular denilince, iman esasları akla gelir.

65- İzar nedir?

Hac veya Umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden aşağısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

66- Kâbe nedir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri Mekke’deki Mescid-i Haram’ın içinde bulunan, Hz.İbrahim ile oğlu Hz.İsmail (A.S.) tarafından inşa edilmiş olan mukaddes ma’bettir.

67- Kaç Çeşit İbadet Vardır?

İbadetler bedenî, malî ve hem bedenî hem malî İbadetler olmak üzere üç çeşittir.

68- Kader Ne Demektir?

Yüce Allah’ın ezelden ebede kadar meydana gelecek olayları, bunların zamanını, yerini, miktarını ve niteliklerini ezelî ilmi ile bilip takdîr etmesidir.

69- Kâfir Kime Denir?

İslam dininin temel esaslarını kabul etmeyen, Hz.Peygamber’in, Yüce Allah’tan getirdiği kesin olarak bilinen hususları inkar eden kimsedir.

70- Kaza Ne Demektir?

Yüce Allah’ın ezelî ilmiyle takdîr ettiği şeylerden her birinin zamanı gelince o takdire uygun olarak yaratmasıdır.

71- Kelime-i Şehadet Nedir?

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim” anlamındaki, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve rasûlühü” ifadesidir.

72- Kelime-i Tevhit Ne Demektir?“

Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed O’nun elçisidir” anlamındaki “Lailâhe illâllah, Muhammedürresûlullah” ifadesidir.

73- Kıble nedir?

Müslümanların namaz kılarken yöneldikleri taraf, Kâbe cihetidir.

74- Kırâat Nedir?

Namazda Kur’an-ı Kerim’den bir miktar okumak demektir.

75- Kıyam Nedir?

Namazda ayakta durmak demektir ve namazın farzlarından biridir.

76- Kıyamet Ne Demektir?

Yüce Allah’ın belirlediği zaman gelince kâinat düzeninin bozulup yıkılması ve dünyanın sonunun gelmesidir.

77- Kıyas Nedir?

Kur’an ve Sünnet’te hükmü açıkça belirtilmeyen bir meselenin hükmünü, aralarındaki ortak nitelik dolayısıyla, hükmü açıkça belirtilen diğer meseleye göre açıklamaktır.

78- Kirâmen Kâtibîn Nedir?

Her mükellef insanın yaptığı bütün işleri kayda geçiren yazıcı meleklerin adıdır.

79- Kul Nedir?

Allah’ın hüküm ve tasarrufu altındaki tüm insanlar demektir.

80- Kur’an-ı Kerîm’de Kaç sûre Vardır?

Kur’an-ı Kerîm’de 114 sûre vardır.

81- Kurban Nedir?

Allah’a yakın olmak ve rızasına ermek için ibadet niyetiyle kurbanlık bir hayvanı kesmektir.

82- Kürsü Nedir?

Camilerde vaizlerin va’z sırasında oturdukları yüksekçe yerdir.

83- Mahşer Ne Demektir?

Öldükten sonra dirilen insanların toplanacağı yerdir.

84- Meâl nedir?

Her yönüyle aynen aktarılması mümkün olmayan bir sözün başka bir dile yaklaşık olarak çevirisidir. Özellikle Kur’an tercümeleri için kullanılmaktadır.

85- Mekruh Nedir?

Dinen yapılmaması zannî delille istenen şeydir.

86- Melek Ne Demektir?

Allah’ın emriyle çeşitli görevleri yerine getiren, gözle görülmeyen nûrânî varlıklardır.

87- Mevlid Nedir?

Doğum zamanı demektir. Peygamberimizin doğumu ve bunu anlatan eser anlamında kullanılır.

88- Mi’rac Nedir?

Peygamberimizin, Kudüs’deki Mescid-i Aksa’dan, Yüce Allah’ın, manevî huzuruna yaptığı yolculuğun adıdır. Dinî literatürde, Recep ayının 27. gecesi “mîrac gecesi” olarak bilinir.

89- Mihrap Nedir?

Cami, mescid ve namazgâhlarda kıble yönünde bulunan ve İmam-Hatibin namaz kılarken durduğu bölümdür.

90- Minber Nedir?

Camilerde İmam-Hatiplerin cuma ve bayram hutbesi okudukları basamaklı yüksekçe yerdir.

91- Mîzan Ne Demektir?

Mahşerde hesap görüldükten sonra herkesin amellerinin tartılacağı ilahi adalet terazisidir.

92- Mucize Ne Demektir?

Peygamberlerin, peygamber olduklarını ispat için Allah’ın izni ile gösterdikleri hiçbir insanın benzerini yapamayacağı harikulade hallerdir.

93- Mukâbele Nedir?

Kur’an-ı Kerim’i, birinin yüzünden veya ezbere okuması, diğerlerinin de onu takip etmesidir.

94- Mukaddesât Nedir?

Dinimizce kutsal kabul edilen değerlerdir.

95- Mushaf Ne demektir?

Kur’an-ı Kerim’in, Fatiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile bittiği şekliyle iki kapak arasında toplanmış haline mushaf denir.

96- Mü’min Kime Denir?

Allah’a, Hz.Peygamber’e ve O’nun haber verdiği şeylere gönülden inanıp, kabul ve tasdîk eden kimsedir.

97- Mübah Nedir?

Dînen yapılıp yapılmaması serbest bırakılan şeydir.

98- Müezzin-Kayyım Kimdir?

Namaz vakitleri girince ezan okuyup, cami ve cemaatle ilgili hizmetleri gören kimsedir.

99- Müfsid Ne Demektir?

Usûlüne uygun olarak başlanmış bir ibadeti bozup, geçersiz hale getiren herhangi bir davranıştır.

100- Müftü Kimdir?

Dinî konularda fetva vermeye yetkili olan kimsedir.

101- Mükellef Ne Demektir?

Dinî hükümleri yerine getirmekle yükümlü olan kimse demektir.

102- Münâcât Nedir?

Allah’a sessizce duâ etmek, yalvarmak ve niyaz etmektir. Dua içerikli şiirlere de münacât denir.

103- Münafık Kime Denir?

Kalben inanmadığı halde, dili ile mümin olduğunu söyleyen kimsedir.

104- Münker Nekir Nedir?

Kabre konulan kimseye “Rabbin kim?, Peygamberin kim?, Dinin nedir?” diye soru soran meleklerin adlarıdır.

105- Müstehab veya Mendup Nedir?

Hz.Peygamber’in bazen yaptığı, bazen de yapmadığı dini içerikli işlerdir.

106- Na’t Nedir?

Peygamber Efendimizi övmek maksadıyla yazılan şiir türüdür.

107- Nafile, Kaza Nedir?

Nafile; farz, vacib ve sünnet ibadetlerin dışında sevap kazanmak için yapılan tüm ibadetlerdir.

Kaza; vaktinde yerine getirilememiş olan farz bir ibadetin vaktinden sonra yerine getirilmesidir.

108- Nebî veya Resûl Ne Demektir?

Allah’tan vahiy yoluyla aldığı emir ve yasakları insanlara ulaştırmakla görevli olan seçkin insandır.

109- Nisap miktarı ne demektir?

Dînen zengin sayılmanın ölçüsüdür.

110- Niyâz Nedir?

Duâ etmek demektir.

111- Niyet Nedir?

İnsanın bir şeyi yapmaya kalben ve zihnen karar vermesidir.

112- Orucun Kazası Ne Demektir?

Vaktinde tutulamayan oruçların daha sonra gününe gün olarak tutulmasıdır.

113- Orucun Kefareti Nedir?

Ramazan’da mazeretsiz olarak kasten orucu bozmanın cezası olarak peş peşe tutulan altmış gün oruçtur. Buna gücü yetmeyenler altmış fakiri sabahlı akşamlı doyururlar.

114- Oruç Kimlere Farzdır?

Oruç ergenlik çağına ulaşmış, akıllı ve Müslüman olan herkese farzdır.

115- Öşür Nedir?

Tarım ürünlerinden onda bir ya da yirmide bir oranında verilen zekattır.

116- Peygamberimiz Hz.Muhammed Ne Zaman Doğmuştur?

Peygamberimiz Hz.Muhammed Miladî 571 yılında, Rebîulevvel ayının on ikinci gecesi seher vaktinde dünyaya gelmiştir.

117- Peygamberlerde Bulunan Temel Nitelikler Nelerdir?

Sözünde ve özünde doğru, her yönüyle güvenilir, günahlardan korunmuş, üstün akıl ve zeka sahibi, Allah’tan aldığı vahyi insanlara aynen ulaştırma peygamberlerin temel nitelikleridir.

118-Rab Nedir?

Yaratan, nimet veren ve terbiye eden anlamına gelir ve Yüce Allah’ın güzel isimlerindendir.

119-Rahman ve Rahîm Ne Demektir?

Allah’ın güzel isimlerinden olup çok merhamet eden, esirgeyen ve bağışlayan demektir.

120-Rahmet Nedir?

Allah’ın, yaratıklarına merhamet etmesi ve lütufta bulunmasıdır.

121- Regâib Nedir?

Rağbet olunun şey ve bol ihsan demektir. Örfümüzde Recep ayının ilk Cuma gecesi olarak bilinmektedir.

122- Rekat Nedir?

Namazın kıyam, rükû ve secdelerinden oluşan her bir bölümüdür.

123- Rida nedir?

Hac veya umre yapmak üzere ihrama giren erkeklerin belden yukarısını kapatmak üzere büründükleri örtüdür.

124- Ru’yet-i Hilâl Ne demektir?

Kamerî ayların başlangıcını belirleyen Hilal’in görülmesidir.

125- Rükû Nedir?

Namazda eller dizlere erecek ve sırt ile baş, düz bir satıh oluşturacak biçimde öne doğru eğilmektir.

126- Sa’y nedir?

Hac ya da Umre yaparken Kâbe yakınlarında bulunan Safâ ile Merve tepeleri arasında, dört gidiş üç geliş olmak üzere yedi defa gidip gelmektir.

127- Sadaka Nedir?

Zekat dışında ibadet niyetiyle fakirlere yapılan yardımlardır.

128- Sahur Nedir?

İkinci tan yeri ağarmasından az önceki vakit ve bu vakitte yenen yemektir.

129- Salih Amel Nedir?

Yapılması Allah ve Peygamberi tarafından istenen, fert ve toplum için faydalı işler ve davranışlardır.

130- Secde Nedir?

Namaz kılanın, ayak parmaklarını, dizlerini, ellerini, alnını ve burnunu yere koyması ile oluşan durumdur.

131- Sehiv (Yanılma) Secdesi Ne Demektir?

Yanılma, unutma veya dalgınlık gibi haller nedeniyle namazın farzlarından birinin ertelenmesi, vaciplerinden birinin terk edilmesi veya ertelenmesi durumunda namazın sonunda yapılan secdedir.

132- Sevap Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına uygun olan amel, söz ve davranışlardır.

133- Sûre Nedir?

Kur’an’ın, birbirinden besmele ile ayrılan her bir bölümüdür.

134- Sünnet Nedir?

Peygamber Efendimiz’in yaptığı ve müslümanlardan da yapılmasını istediği dinî görevlerdir.

135- Şirk Ne Demektir?

Allah’a ortak koşmak demektir. Bu da Allah’tan başka ilah edinmek veya O’ndan başkasına ibadet etmek şeklinde olur.

136- Şükür Nedir?

Nimetleri Allah’ın verdiğini bilip O’na şükranda bulunmaktır.

137-Taassup Nedir?

Herhangi bir delile dayanmadan, bir fikre körü körüne bağlanmaktır.

138- Tahiyyata oturmak Ne Demektir?

Namazların ikinci ve son rekatından sonra tahiyyât duasını okuyacak kadar bir süre oturmaktır.

139- Takvâ Nedir?

Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınmaktır.

140- Tavaf nedir?

Hacer-i Esved’den başlayarak, Kâbe’yi sola almak suretiyle, yedi defa Kâbe’nin çevresinde dönmektir.

141- Tebliğ Nedir?

Peygamberlerin getirdikleri ilahî mesajın insanlara aynen ulaştırmalarıdır.

142- Tefsir nedir?

Kur’an-ı Kerim’i usûlüne göre açıklamak ve yorumlamak demektir.

143- Tekbîr ve Tesbîh Nedir

Tekbir, “Allâhuekber”, Tesbih de, “Sübhânallâh” demektir.

144- Terâvih Namazı Nedir?

Ramazan ayına mahsus olmak üzere, yatsı namazından sonra kılınan sünnet bir namazdır.

145- Teşrik Tekbiri Ne Demektir?

“Allâhüekber, Allâhüekber, Lâilâhe illallâhü vallâhüekber, Allâhüekber ve lillâhi’l-hamd” demektir.

Kurban Bayramının arifesinde sabah namazından başlayıp, Bayramın 4. günü ikindi namazına kadar 23 vakitte, farz namazların sonunda teşrik tekbiri getirmek vâciptir.

146- Tevbe Ne Demektir?

Kişinin işlemiş olduğu günahlardan pişmanlık duyup Allah’a yönelmesi ve günahları terk etmesidir.

147- Tevekkül Nedir?

İnsanın, her konuda kendine düşen görevleri yerine getirdikten sonra sonucu Allah’a bırakmasıdır.

148- Tevhîd Nedir?

Allah’ın var ve bir olduğuna inanmaktır.

149- Teyemmüm Nedir?

Abdest ya da boy abdesti almak için su bulunmadığı veya bulunup da kullanma imkanı olmadığı durumlarda, niyet edilerek temiz toprak veya toprak cinsinden bir şeye elleri sürüp yüzü ve kolları meshetmektir.

150- Vâcib Nedir?

Dinen yapılması zannî delillerle istenen hükümlerdir.

151- Vahiy Nedir?

Yüce Allah’ın dilediği şeyleri peygamberlerine, özel yolla bildirmesidir.

152- Vaiz Kimdir?

Dinî konularda insanları aydınlatma görevi yapan ve bu amaçla va’z eden kimsedir.

153- Vakfe nedir?

Zilhicce Ayının 9.ncu gününde hac için ihramlı olarak Arafat’ta bulunmadır.

154- Vitir Nedir?

Yatsı namazından sonra kılınan üç rek’atlık vacip namazdır.

155- Yemin Kefareti nedir?

Yeminini bozan bir kimsenin on fakiri sabah akşam doyurması ya da giydirmesi veya bunlara gücü yetmeyenin üç gün peş peşe oruç tutmasıdır.

156-Yeryüzünde İlk Mabed Neresidir?

Yer yüzende ilk mâbed, Kâbe-i Muazzama’dır.

157- Zekat Nedir?

Dinen zengin sayılan müslümanların, belirli yerlere sarfedilmek üzere, mallarından vermekle yükümlü oldukları belli bir paydır

     ABDEST

Türkçe'ye Farsça'dan geçen abdest, âb (su) ve dest (el) kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. Arapça'da abdest anlam-
ında kullanılan vudu' kelimesi Kur'an'da geçmez. Kur'an, abdestin adını anmaz ama onun ne için ve nasıl alınacağını anlatır. 
Nasıl ve neden bozulacağını da anlatır.

Abdest sadece ve sadece namaz kılmak için gereklidir. Kur'an, namaz dışında herhangi bir ibadet veya davranış için abdest almanın gerektiğine ilişkin bir imâ bile taşımamaktadır.Kâbe'yi tavaf etmenin tartışmasız namaz hali olduğunu ve bu yüzden tavaf içinde abdestin gerekli olduğunu unutmayalım.

Abdestin nasıl alınacağını düzenleyen Mâide 6.ayet, ayakların durumunu iki anlama gelebilecek bir cümle yapısıyla vermiş-
tir. Yani cümle o şekilde kurulmuştur ki ilk ve açık ifadesinde ayakların meshedileceği, ikincil bir anlam olarak da ayaklar-
ın yıkanacağı anlaşılmaktadır.
(Bu konuda fıkıh ve tefsir tekniği açısından geniş açıklamalar için bk. Öztürk; Kur'an'daki 
İslam, ilgili ayetlerin açıklaması)


Bu tarz, Kur'an'ın daha başka konularda da başvurduğu kolaylık sağlayıcı esnekliklerdendir.Abdest o şekilde düzenlenmiş-
tir ki isteyen ayaklarını yıkıyarak, isteyen de mesh ederek abdest alabilecektir. Nitekim, Asrısaadet Müslümanları da böy-
le yapmışlardır. Abdest aldıklarında kimi ayağını yıkamış, kimi mesh etmiştir. Aynı kişi bir seferinde yıkamış, öteki sefer-
inde mesh etmiştir. Mümin, durumuna, şartlara, mevsime vs. bakarak ayaklarını mesh etmek veya yıkamak yollarından bi-
rini tercih eder. Karar kendisinindir.

Ayağın meshi için herhangi bir şekil şartı yoktur. Yani ayak çıplak olabileceği gibi, çoraplı, ayakkabılı veya çizmeli olabilir. Asrısaadetteki uygulamada bu şekildedir.


                              BİD'ATLAR, HURAFELER

          *Abdesti, Namaz Dışında Bazı İbadet ve Davranışlar İçin de Gerekli Göstermek:

Abdestin, namaz dışında bazı ibadet ve davranışlar için de gerekli olduğunu söylemek Kur'an ve sünnete aykırıdır. İşin es-
ası budur. Bunun dışına çıkarak namazdan başka ibadetler için abdest şartı koymak, özellikle Kur'an'ın tutulup okunmasını abdestli olma şartına bağlamak Kur'an dışıdır, saptırmadır.


          *Ayakların Yıkanmasını Farz Göstermek:

Ayakların yıkanmasını farz gösterip mesh edebilmek için çorap türü bazı deri giysilerin(mest) giyilmesini şart koşmak Kur'-
an ve sünnette yeri olmayan bir dayatmadır. Ayaklar her hal ve şartta mesh edilebilir. Çıplak, çorap üstüne, ayakkabılı, 
çizmeli, takunyalı vs.
(Bu konudaki Asrısaadet uygulamaları için bk. İbn Hemmam; el-Musannef, 1/199-201)

Fıkıh kitaplarında 'huff' (mest) diye geçen ve uzun uzun anlatılan şey, bir tür deri ayakkabıdır. Sıcak iklimin bir tür ayakka-
bısıdır. Bugün bunu çorap yerine koyarak enine boyuna anlatıyorlar ve bunun dışındaki çorap veya ayakkabılar üstüne 
meshedilemeyeceğini hükme bağlıyorlar ki, tam bir saptırmadır. Dinde zorlaştırma ve ziyadeleştirme şirretliğinin (deyim, 
Peygamberimizindir) açık örneklerinden biridir.

O halde, abdestin farzları (mutlaka yerine getirilmesi gerekenleri) ilmihal kitaplarının yazdıkları gibi 4 değil, 3 tür. Bunlar 1. Yüzü yıkamak, 2. Elleri dirseklere kadar yıkamak, 3. Başı ve ayakları mesh etmek.

Abdest, İbn Hemmam (ölm, 211/ 826)'ın, sahabe ve tâbiûn nesline dayanarak verdiği tanıma göre, 'iki organın (eller-kollar 
ve yüz) yıkanmasıyla, iki organın (baş ve ayaklar) mesh edilmesinden ibarettir.'
(İbn Hemmam, 1/17-21)Zorunlu hallerde 
abdestin yerine geçen teyemmümde bu iki çift organın yıkananlarına mesh uygulanır, mesh edilmesi gerekenleri (baş ve a-
yaklar) tamamen devre dışı bırakılır. Dikkat edilirse, abdestte işleme tâbi tutulan organların tümü, az veya çok açık hava şartlarına maruz kalan organlardır. Böyle olduğu içindir ki bu organlar, örneğin, örtünme emrinde buyruk kapsamına soku-
lamazlar.

Abdest uzuvları tesettüre tâbi değildir.

Bunlar da yüz, dirseklere kadar eller, saçlar ve ayaklardır. Asrısaadette uygulamanın böyle olduğunu görüyoruz. Tüm hadis kaynakları, o devirde müslümanların kadın-erkek aynı yerden, hatta aynı kaptan birlikte abdest aldıklarını açıkça göster-
mektedir. Bunun açık anlamı, abdest uzuvlarının tesettüre tâbi olmadığıdır.

Bunu söylediğimizde şöyle denmektedir: O uygulama, mahrem kadın-erkekler arasında veya Peygamberimizle eşleri aras-
ında idi. Bu tam bir yalandır ve kaynaklara açıkça terstir. Kadın-erkek tüm Müslümanların bir arada ve aynı kaplardan ab-
dest almalarıyla, mahrem kadın-erkeklerin veya peygamberimizle eşlerinin aynı kaptan yıkanmalarına, abdest almalarına 
ilişkin haberler ayrı ayrı başlıklar altında verilmiştir. Hatta Hz. Ömer, bu durumdan rahatsız olmuş ve sert tavrını birkez da-
ha konuşturarak kadın ve erkekler için ayrı kaplar hazırlanmasını önermiştir.
(bk. İbn Hemmam, 1/75) Eğer durum mah-
remler arası bir beraberlik olsaydı Ömer'in müdahalesinin bir anlamı kalır mıydı? Ömer'in müdahalesinin bir sonuç verme-
diği ve uygulamanın öylece devam ettiği tartışmasızdır. Asrısaadet'te, kadınlarla erkeklerin aynı yerde ve aynı kaplardan 
abdest aldıklarında hiçbir kuşku, hiçbir tereddüt yoktur. Böyle olunca da hiçbir tevil söz konusu olmamalıdır.

Bu konunun anlatıldığı yerlerde, "Bu uygulama tesettür hükmünün gelişinden önce idi" şeklinde bir kayıtta konmamıştır. 
Eğer böyle bir şey olsaydı o kayıt mutlaka konurdu. Sadece son yıllarda bazı yayıncılar, hadis kaynaklarında metnin tama-
men dışına (yayıncının notu olarak) şu kaydı koymuşlardır:
"Bu uygulama tesettür emrinden önce olabilir!" Olabilir ama, 
her ne hikmetse olmamış. Ve şu, kesin bir sünnet uygulaması olarak bize ulaşmıştır: Abdest uzuvları için tesettür kaydı ar-
anmaz.

Başörtüsü meselesini daha da derinlemesine işlemek için verdiğimiz linklere tıklayınız:  Örtünme - Başörtüsü  /  Kadın ve Örtünme


Abdest alınırken organların bir veya birkaç kez yıkanması, kişinin o anki durumuna ve kendi takdirine kalmıştır. 'Abdestin sünnetleri' diye bir başlık atarak organların üç kez yıkanmasının sünnet olduğu yolunda beyanlarda bulunup rakamlar sır-
alamak doğru değildir. Yapay buyruk icadıdır. Hz. Peygamber, içinde bulunduğu çevre, iklim ve vücut şartlarına göre, ab-
dest sırasında yıkanan organlarını bazen birkez, bazen iki-üç kez, bazen de dört kez yıkamıştır.
(bk. İbn Hemmam, 1/40-42) 
Başının bazen yarısını, bazen tümünü mesh etmiştir.Mesh ederken bazen kulaklarını da meshe tâbi tutmuştur. Bazen kulak-
larının sadece dışını, bazen içlerini de mesh etmiştir.
(bk. İbn Hemmam, 1/6-12) Bundan doğal ne olabilir? Kişi yüzünü, elini, 
kolunu kaç kez yıkıyacağına içinde bulunduğu değişik şartları dikkate alarak kendisi karar verir. Dinin istediği, abdest ala-
nın, biraz önce belirttiğimiz uzuvlarını birer kez yıkamasıdır.


          *Organları Yıkamayı Sıraya Bağlamak:

Yıkanması emredilen organlar dikkate alındığında kendiliğinden doğan bir sıralama ortaya çıkar: Bir insan önce ellerini - kollarını, sonra yüzünü yıkar, daha sonra da başını ve ayaklarını mesheder. Ama bir kişi, bu sıraya uymasa veya bu sırayı unutarak bozsa unuttuğu organı yıkar ve abdesti geçerli olur. (İbn Hemmam, 1/34-37) Kişi isterse kendine has bir yıkama sırası da belirleyebilir. Bu ona bırakılmıştır. Geleneksel ilmihaller bu konuda Allah'ın emri gibi sıralar, sayılar belirtmekte, 
bu sıralamanın bozulması halinde nelerin gerektiğine (!) ilişkin uzun uzun yazıp durmaktadırlar.


          *Abdesti Bozan Şeyleri Yerel-Kişisel Tercihlere Göre Belirlemek:

Fıkıh kitapları, özellikle ilmihaller okunduğunda görülür ki tarih boyunca birilerinin abdestli kabul ettiği kişileri bir başka zümre abdestsiz kabul etmektedir. Böyle bir şeyi onaylamak mümkün değildir. Abdest, namazın olmazsa olmaz şartıdır. Bir 
insan namaz kılacaksa bunun ilk şartı abdest almaktır. Bir insan ya abdestlidir, ya abdestsiz. İslam bir tanedir, onun namazı 
bir tanedir ve o namaz için öngürülen şartlardan biri olan abdest de bir tanedir. O halde, bir insan birine göre abdestli, bir 
ötekine göre abdestsiz nasıl olur? Bu işin İslam'a göre alanı hangisidir?

Hz. Peygamber'in abdest tazelemesinin sebepleri nelerdir? Birine göre şu, birine göre bu. Bir peygamber ümmetini hem de temel ibadetlerden biri konusunda böyle bir kargaşaya sürükler mi? Elbette ki hayır! Çare bellidir ve tektir: Kur'an'ın, ab-
destin bozulmasına ilişkin beyanlarını esas alarak abdesti nelerin bozduğunu belirleyeceğiz, onun ötesini kişinin tercihine bırakacağız.

Bir mesele mezhep meselesi haline gelmişse artık kişisel tercih konusu olmuş demektir. Allah'ın dininde ihtilafın başladığı yerde kişisel tercih başlamış demektir.
 

Bu noktadan itibaren diliyen dilediğini seçer ama bu seçimlerin hiçbiri dinle eşitlenemez. Mâide 6, abdestin hangi hallerde bozulacağını da göstermiştir. Bunlar: 1. Tuvalete gitmek (yani önden ve arkadan bir şeyin çıkması hali) 2. Kadınlarla cinsel temastır.

Tuvalete gitmek, bu adı taşıyan bir mekânda ihtiyaç gidermekten ibaret değildir. Bu anlamda gelecek her hal abdesti bozar. Buna fıkıhta, isabetli bir ifadeyle 'iki yoldan birinden bir şeyin çıkması' denmiştir ki dışkı, sidik, meni, mezi, yellenme, el 
veya parmağı ön ve arkaya sokma (çünkü bu durumda önden ve arkadan bir şeylerin çıkmaması söz konusu olamaz) bu de-
yimin içine girer.

Cinsel organları okşama, eğer onlardan bir şeyin dışarı çıkmasına yol açıyorsa abdest bozulur; böyle bir sonuca yol açmıy-
orsa abdest bozulmaz. Yani bu durumda da belirleyici ölçüt, önden veya arkadan bir şeyin çıkmasıdır. İlmihal kitaplarında 
abdesti bozan şeyler arasında gösterilen bayılmak, delirmek, uyumak, sarhoşluk... gibi hallerin tümü önden veya arkadan 
bir şeylerin çıkması halinin değişik ifadeleridir. Vücuttan kan çıkışının abdesti bozacağına ilişkin rivayetlerin tümü uydur-
madır.
(Elbâni; el-Ahâdis ez-Zaîfa, 1/279/2819)

Kadınlarla cinsel temasın abdesti bozmaması düşünülemez, çünkü bu hal sadece abdesti değil, guslü de gerektirir. Mâide 6'
da abdesti bozan hallerden biri olarak gösterilen sebep
"kadınlara dokunmuşsanız" şeklinde bir ifadedir. Ancak bunun elle 
dokunma veya tokalaşma şeklinde anlaşılması mümkün değildir. Çünkü bunun sonucunda gusül emredilmiştir. Gusül ise 
cinsel temas için gerekir. O halde, buradaki 
"dokunursanız" ifadesi aynı ayette Kur'an tarafından tefsir edilmiştir. Yani 
"dokunursanız" sözü, bizzat Kur'an tarafından, iki anlamından biri olan cinsel temasa tahsis edilmiştir.


          *Abdest Sırasında Okunması Gereken Dualar Olduğunu Söylemek

Bu anlamdaki tüm rivayetler uydurmadır. Abdest bir temizliktir; onu yerine getirirken bir şeyler okumak neden gerekli ol-
sun! İsteyen istediğini elbette okur; ama bunu kendi tercihi olarak yapar, din diye gösteremez. Abdest sırasında Kadir Sur-
esi'nin okunması durumunda büyük sevap kazanılacağına ilişkin
'hadis' ünvanlı bir uydurma da vardır. (bk. Elbâni; ez- Zaîf-
a, 3/157)
 
 
 


                                                                                                      
        NAMAZ 

Kur'an'da namazı karşılayan kelime 'salât'tır. Salâtın kelime anlamı duadır. Her türlü dua faaliyeti, şekli ve zamanı ne olur-
sa olsun, salât olarak anılabilir. Türkçe'de 'salât' karşılığı kullanılan namaz kelimesi Farsça'dan alınmıştır.

Namaz, Kur'an'ın, Allah ile kulu arasındaki ilişki ve diyaloğun tüm türlerini bir araya getiren bir 'toplayıcı ibadet'tir. Kur'-
an'da adı geçen zikir (Kur'an okuma, Allah'ı anma), şükür, hamd (Allah'ı övme ve yüceltme), tespih (Allah'ı yüceltme), teh-
lil (Allah'tan başka Tanrı olmadığını ifade etme), secde, rüku', tefekkür (varlık ve Yaratıcı hakkında düşünme) vs. gibi ya-
karış hallerinin tümü namazda vardır. Daha doğrusu namaz tüm bu kavramları fiile dönüştüren bir
'davranışlar ve düşün-
celer bütünü'
nün adıdır.

Niyaz hallerinin tümü bir araya getirilerek adına namaz denmiştir. Kur'an, namaz diye ayrı bir ibadet tanımlamaz. Çünkü namazın Kur'ansal adı olan 'salât' kelime anlamıyla dua demek olup namazın içerdiği yakarış ve yüceltme hallerinin tümü
için (ayrı ayrı ve hep birlikte) geçerlidir.

Bu yapısıyla namaz, sadece Muhammed ümmetinin değil, tevhid geleneğine bağlı tüm toplulukların ortak ibadetidir. Bunun 
içindir ki Kur'an, namazı tüm peygamberlerin ortak ibadet şekli olarak gösterir ve tanımlamaz. Çünkü namaz, tevhid gele-
neğinin bir uygulaması olarak Mekkeli müşrikler tarafından da (yozlaştırılmış olmakla birlikte) bilinmekte ve uygulanmak-
ta idi. Kur'an bu konuda son derece açık konuşmaktadır:

"Onların Beytullah'taki salâtı ıslık çalmak ve el çırpmaktan başka bir şey değildir." (Enfâl, 35)

Tevhidi bir uygulama olarak namaz, Hz. İbrahim'in yolunu izleyen Mekkeli Haniflerce de biliniyordu. Bu namaz, Hz. Pey-
gamber'in nübüvvetinin ilk günlerinde bile (Hz. Ali'nin küçük bir çocuk olarak İslam'a girdiği o günlerde) kılınıyordu. Bunun
içindir ki biz, namazın sonraki zamanlarda mirac diye anılan mitolojik gecede göklerdeki yolculukta ve Hz. Musa'nın Pey-
gamberimize yol göstermesi (!) sonucu Allah ile yapılan uzun bir pazarlık üzerine farz kılındığını anlatan hadis adlı uydurma-
lara asla itibar etmeyiz. Allah'ın dini, Peygamberimiz ve Hz. Musa bu yalanlardan, bu pazarlıklardan münezzehtir.

Müşriklerin Hz. Muhammed'le kavgası dinsizlik, Allahsızlık, namazsızlık kavgası değildi; bu değerlerin alışılmış atalar tarz-
ına aykırı biçimde algılanıp yeniden yapılandırılmasına karşı çıkış kavgası idi. Bu noktayı gözden kaçıranlar ne müşrikleri tanıyabilirler ne şirki, ne Kur'an'ın getirdiklerini anlayabilirler ne de Hz. Muhammed'i.

Kur'an namazın rekât sayısından hiçbir biçimde söz etmez. Bu demektir ki rekât sayısı içtihadîdir. Bu içtihat Hz.Peygamber tarafından yapılmış ve konu ibadet alanı olduğu için zamanla değişmesini düşünmek söz konusu olmamıştır. Ve söz konusu olmayacaktır. Çünkü bu alan akıl ve kıyas alanı değildir. Vahiy ve tevhit geleneği alanıdır. Bu alanda biz Resul'den ne gör-
müşsek onu yaparız.

Burada söz konusu olan rekât sayısı, açıktır ki, farz diye anılan namazların rekât sayısıdır. Farz dışı namazlarda zaten rek-
ât sayısı tartışması yapılmaz. Onları isteyen istediği kadar kılar.

Kur'an tarafından vakti açıkça bildirilen namazlar üçtür. (bk. Bakara, 238; Nûr, 58. Ayrıca bk. İsra, 78) : 1. Sabah namazı (salâtü'l-fecr), 2. Orta namaz (salâtü'l-vüsta), 3. Gün batımından sonraki namaz (salâtü'l-'işa).
Namaz kılmakla ilgili günün
belirli vakitlerine işaret eden ayetlerden çıkan sonuç da budur. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bk. Kur'andaki İslam, ilgili bö-
lümler)

Konu hakkında ilgili kaynaktan bilgi almak için verdiğimiz linke tıklayınız:  Salat - Namaz

Buna göre, namaz;
1. Güneşin doğuşundan önce kılınacak olan namaz (salâtü'l-fecr - fecir namazı), 2. Günün ortasında kılı-
nacak olan namaz (salâtü'l-vüsta - orta namaz),
3.
Güneşin batışından sonra kılınacak olan namaz (salâtü'l-işa - gün batımı sonrası namazı)
olarak dikkat çeker. Hz. Peygamber'in en hayatî sünnetlerinden biri olan, namazların cem'i uygulamasına bakıldığında da sonucun bu üç vakit olduğu görülür. Şöyle ki:

Sabah namazı birleştirmeye tâbi olmadan güneşin doğuşundan önce kılınır.

Öğle ile ikindi birleştirmeye tâbi namazlardır. Ya öğlenin vaktinde birleştirilirler (cem-i takdim) ya ikindinin vaktinde (cem-i tehir). İki halde de günün ortası tâbiri geçerlidir. Öğle ile ikindiyi ayrı ayrı zamanlarda kılanlar, orta namazı iki bölümlü ola-
rak kılmış olurlar. Bu da sünnetin bir uygulamasıdır.

Akşam ve yatsı diye bilinen namazlar da birleştirmeye tâbidir. İster akşamın vaktinde, ister yatsının vaktinde cem edilsin-
ler, iki halde de güneşin batışından sonra kılmak söz konusudur.Yani sonuçta üç aslî namaz ortaya çıkıyor: Fecir namazı, or-
ta namaz, işa namazı.

Bu haliyle namaz, namazın mücmelidir. Bunun yerine sünnetin 5 vakitli uygulamasını esas alanlar ise tafsîlî namaz kılmış ol-
urlar. Bu, orta namazı ikiye bölerek öğle ve ikindi adlarıyla ayrı iki vakitte kılmak, işa namazını da ikiye bölerek akşam ve yatsı adlarıyla yine iki vakitte kılmaktır. Her mümin, hayat şartlarına, iş ve sağlık durumuna uygun olarak bu şıklardan bir-
ini seçer. Peygamberimiz bunların ikisine de örneklik teşkil etmiş, ikisine de imkân hazırlamıştır.

5 vakit uygulaması sünnet kaynaklıdır. Ama unutmamak gerekir ki Hz. Peygamber bu 5 vakti (cem' yoluyla) genellikle üç
vakitte toplayarak müekked (pekiştirilmiş) sünneti ile birleştirmiştir. 




                              BİD'ATLAR, HURAFELER


          * Namazın Rekât Sayısını Artırmak:

Kur'an namazda rekât sayısından söz etmez. Bu demektir ki rekât sayısı şartlara, duruma göre içtihadı olacaktır. Hz. Res-
ul, bu içtihadı, ümmeti adına yaparak namazın olmazsa olmaz kısmını, yani 'olması gereken' in asgarisini göstermiştir.

Bu, yolculuk hallerinde her vakit için 2 rekâttır. Ve bu 2 rekât kılış yolculukta bir ruhsat değil, bir azimettir. Yani yolculuk halinde herkes namazını mutlaka 2 rekât kılacaktır. Bazı fakîhler sonraki zamanlarda bunu niyet şartına bağlamış ve şöyle demişlerdir: Eğer yolculuğa niyet ederse 2 rekât kılar, niyet etmez ise mukîm (ikamet yerinde oturan) sayılır ve yolculuk hükümlerinden yararlanmaz.

Hz. Peygamber'in hayatında böyle bir uygulama yoktur. Tam aksine o, sefer hallerinde namazı hiç değiştirmeksizin 2 rekât kılmıştır. Akşam namazı ise daima 3 rekât kılınır. Yolculuk halinde Cuma namazı kılmak da farz olmaktan çıkar.

Tatavvu' yani fazla sevap için kılınacak namaz yolculuk halinde de, ikamet halinde de serbesttir. Dileyen dilediği kadar kıl-
ar. Ne yazık ki, ilmihal kitapları, yolculuk halinde farzların 2 rekât kılınmasını yazmakta, ama arkasından 'sünnet' adı altın-
da farzın birkaç katı namazı emirmiş gibi sıralamaktadır. Bunun aklî ve dinî gerekçesi olamaz. Yolculuk yüzünden farzların-
ın bile yarıya indirildiği bir ibadet, nasıl olur da birtakım eklemelerle üç-beş katına çıkarılır? İlk kuşaklarda, yolculuk halin-
de farz dışı namaz kılanların şiddetle azarlandığını görüyoruz. Kılanlar bunu din kuralı haline getirmeden ve çekinerek kıl-
mışlardır. Ona rağmen şiddetle kınanmışlardır. (İbn Hemmam, 2/557-560) Bugün ise bunlar, dinin temel ibadetleri gibi ilmi-
hal kitaplarına konularak Müslümanlara okutulmaktadır. 

Yolculuk halinde, seferî olmayan bir imama uyan yolcunun, farzını 4 rekât kılacağı uygulaması da bid'attır. Namaz sefer ha-
linde 2 rekât kılınır. İster cemaatle, ister tek başına. İster mukîm bir imam arkasında, ister seferî bir imam arkasında. Çün-
kü yolculuk halinde 2 rekât kılmak bir azimettir, bu azimeti uygulamamak için farzıyet ifade eden bir nas (vahyî beyan) ge-
reklidir. Böyle bir beyan yoktur. O halde böyle bir sünnet uygulaması da olamaz. Ama bunun tam aksini belgeleyen kayıtla-
ra sahibiz: 

Bid'atlar konusunun en ünlü ismi Turtûşî (ölm.520/1126) diyor ki:Bid'atların ibadete sokulmasına ilk örnek Halife Osman'ın yolculuklarda namazı 4 rekât kılmaya başlamasıdır. Sahabîler buna itiraz edince o kendini şöyle savunmuştur: "Böyle kıl-
dım ki halk, namazın 2 rekâta indiğini sanmasın."
(Turtûşî,114-116) Osman'ın bu savunması doğrusu hiç inandırıcı değildir; 
tam aksine, kabahattan daha ağır bir özür beyanıdır. Halkın yanlış anlamasını önlemek için dine ilave yapmak ve Resul'ün sünnetini değiştirmek mi gerekiyor?! Osman'ın buna benzer uygulmaları epeycedir. Biz bunların bir kısmına bu eserde çeş-
itli vesilelerle değinmiş bulunuyoruz. 

Şu halde, Kur'an ve sünnete uygun bir ilmihalde Müslüman'a kılmak zorunda olduğu namazlar bu şekilde verilecektir. Ama 
şu da söylenecektir: Vakti, işi, durumu uygun olan dilediği kadar revâtip (sevap namazı) kılabilir. Ama bunların, cami içinde kılınmaması gerekir. 

Günümüz ilmihallerinde, bırakın bunların söylenmesini,tam aksi dinleştiriliyor.Her namaz iki kısma ayrılıyor: Farz, sünnet...
Bir defa bu tâbir bir saptırmadır. Namaz farzından ibarettir. Sünnet bir ibadetin uygulanış biçimi anlatılırken söz konusu edi-
lir. Namazın farzı ve sünneti diye bir ayrım yapmak dini Allah ile Peygamber arasında bölüştürmektir. Nitekim, bu bölüştür-
menin yıkıcı sonuçlarından bir tanesi din kitaplarına söyle geçmiştir: "Farzları kılmak Allah'ın rızasını kazandırır, sünnetle-
ri kılmaksa Peygamber'in rızasını. Sünnet kılmayana Peygamberimiz şefaat etmez."
 

Bu tam bir şirk mantığıdır. İslam ile Muhammedi tebliğ ile uyuşması asla mümkün değildir. Ne demek Allah'ın rızası ve Peygamber'in rızası? İbadet sadece ve sadece Allah'a yapılır. Kur'an bunu onlarca kez bildirmiştir. Namaz gibi bir temel ib-
adete Allah'ın elçisini Allah'ın ortağı gibi sokmak örtülü bir putperestlik değilse gaflet ve dalaletin hangi türüdür?! 

Sünnet adıyla tevhidin namazına eklediklerinin en ünlüsü sabah namazının sünneti(!) olarak gösterilir. Oysaki ilk nesiller iç-
inde bu sünneti bilmeyenler var. Kılmayanlar çoğunluktadır. Böyle bir sünnetin varlığına karşı çıkanlar var.
(İbn Hemmam, 
3/51-56)
 

Doğrusu şu ki, sabah namazının sünneti adıyla ilmihal kitaplarına sokup camide kıldırdıkları o iki rekât Peygamberimiz tar-
afından evde kılınan ve evde kılınması istenen nevâfilden biridir ve Peygamberimiz onu asla camiye sokmamıştır. 'Sünnet' 
adı altında namazlara yamatılan ilavelerin hiçbirinin (müekked,gayrı müekked) mesnedi yoktur. Tamamı sonradan kurallaş-
tırılmıştır. (İbn Hemmam, 3/3-8, 56) 

Şu halde, namazları: Sabah 4 (2 sünnet,2 farz), öğle 10 (4 ilk sünnet, 4 farz, 2 son sünnet), ikindi 8 (4 sünnet, 4 farz), akşam 
5 (3 farz, 2 sünnet), yatsı 13 (4 ilk sünnet, 4 farz, 2 son sünnet, 3 vitir) şeklinde göstermek yanlıştır, dayatmadır, dine ekle-
me yapmaktır. Cumayı 2 rekâttan herhangi bir şekilde fazla göstermek de aynı şekilde bir saptırmadır, dine ekleme yap-
maktır. (bk. Cuma maddesi) 

Namaza ilaveler bahsinde adı açıkça telaffuz edilen bir eklemeyi daha görelim: Zamm-ı sureler. Adı üstünde, bunlar zam ol-
arak yapılmış eklemelerdir. Bunlarla ifade edilmek istenen, namazın kıraat (Kur'an'dan bir şeyler okuma) bölümünde bazı 
surelerin okunmasıdır. Bid'atlarla ilgili eser yazanlar bu zam edilmiş sureleri okumanın bid'at olduğunu söylemektedirler. 
(Süyûtî; el-İttiba', 71) 

Bu surelerin bazıları uzun, bazıları kısadır. Zamcılar, hangi surelerin hangi namazlarda okunması gerektiğini de kendilerince hükme bağlamışlardır. Eğer maksat, namazda Kur'an' dan bir miktar okumaksa bilinmelidir ki, Kur'an'ın tümü namaz sure-
sidir. Özellikle bazı sureleri işaretleyerek bunları ilmihallere yazmak açık bir bid'attır.

Sahabîler, namazlarında Kur'an'dan bir miktar okuyorlardı, bu doğrudur. Ama bunun kadar doğru olan iki şey daha vardır: Sahabenin namazları çok kısa idi. Onlar öyle uzun uzun okuyarak müezzinlik, tesbih, sonda el açıp dualar etmek gibi ekle-
melerle namazı uzatmıyorlardı. (Şâtıbî; Muvafakaat, 4/102-103) Kur'an'dan ezbere bir şeyler bilmeyenler ise namazlarını iç-
lerinden gelen yakarışlarla kılıyorlardı.İlmihallerde yazılan ve dayatılanın aksine Kur'an, namaz kılmak için kendisinden bir kısım okunması gerektiğine ilişkin hiçbir beyanda bulunmaz. Hz.Peygamber, namaz kılmak için Kur'an'dan bir şeyler ezber-
leyecek durumu olmadığını arz eden sahabîsine, Allah'ı yücelten, öven bazı cümlelerle namazını kılabileceğini söylemiştir. 

Namaza eklemeler başlığı altında ifadeye koyacağımız bid'atlardan biri de 'hatimle teravih' denen uygulamadır. Bu, aslında bid'at içinde bid'attır.Çünkü rekât sayısıyla, cemaatle kılınışıyla, camiye sokuluşuyla ayrı ayrı bid'at olan teravihe eklenmiş 
bir bid'attır. Bu bid'ata göre, teravihin her rekâtında Kur'an'dan bir sayfa okunmakta 20 rekâtta bir cüz (20 sayfa) tamam-
lanmaktadır. Kur'an 30 cüz, Ramazan da genelde 30 gün olduğu için son teravihle son cüz de okunmuş olmakta ve hatim tamamlanmaktadır. 

Görünüşte çok güzel bir manzara ama hakikatte ibadetin Muhammedi uygulamasını değiştiren ve namaz kılanları iyiden iyi-
ye zorlayan bir sünnetdışılık söz konusudur. Bu şekilde kılınan bir teravih namazı 2 saat civarında sürmektedir. Böyle bir 
şey, Hz. Peygamber'in genelde ibadetler, özel olarak da namazla ilgili tüm uygulama ve önerilerine terstir. Çünkü bunda üç 
bid'at iç içedir: 1. İbadeti uzatma, 2. İbadeti zorlaştırma, 3. İbadetin icra şeklini değiştirme. 



          *Namaz Türleri İcat Etmek:

İslam'ın emri olan namazın sadece rekât sayısına ilave yapılmakla yetinilmemiştir. Tatavvu', nâfile, revâtip (sevap için kılı-
nan namazlar) adı altında başlatılıp zamanla bir tür din emri haline getirilerek ilmihallere sokulan namazlar da vardır. Rec-
ep, Şaban aylarında kılınan Elfiye ve Regaip namazları, tespih namazı, kandil namazları, evvâbîn, şükür namazı, kuşluk na-
mazı vs. adlı namazlar bu türdendir. Bid'atlarla ilgili eser yazan bilginler bunları ayrıntılı bir biçimde anlatmışlardır.
(Örnek 
olarak bk. Turtûşî, 118-119; Ebu Şâme, 124-138. Süyûtî el-İttiba', 55-66. Kal'aci; Nehaî, 2/570-571. Hz. Âişe'nin, Peygam-
berimizin kuşluk namazı diye bir namaz kılmadığı yolundaki sözleri için bk. Müslim'den naklen Şâtıbî; Muvafakaat, 3-60)

İbnül Cevzî (ölm. 597/1200), İblis'in vücut verdiği karmaşaları anlatan ünlü eseri Telbîsü İblis'te, namazları artırma yoluna gitmenin İblis'in bir saptırması olduğunu bildirmektedir. (Telbîsü İblis, 163)

Namaz bahsinde eklemelerin en dikkat çekicisi ve en yerleşmişi 'teravih' adıyla anılan ve günümüzde fiilen farzları bile ge-
ride bırakan uygulamadır. Teravihte iki ekleme yanyanadır: 1. Peygamberimiz'in bir nâfile olarak evinde kıldığı bu namazı 
camiye sokarak resmîleştirmek, 2. Peygamberimiz tarafından genelde 4, bir-iki kez de 8 rekat kılınan bu namazı 20 rekata 
çıkarıp ilmihallere geçirmek. Ve dahası, bu bid'at namazı, temel farzlardan biri olan orucun bir parçası, hatta ayrılmaz bir parçası haline getirmek. Hz. Peygamber, teravih adıyla anılan bu namazı 1-2 kez camaatle kıldıktan sonra terk etmiş ve ge-
rekçesini de şöyle açıklamıştır: "Bunu devam ettirirsem ileride farz konumuna getirirler. İsteyen gitsin evinde kılsın!"
(İbn 
Hemmam, 4/264-266)
Deyim yerinde ise, ümmeti adına korktuğu, ümmetinin başına gelmiştir. Bugün bu namaz bir tür farz
konumuna yükseltilmiş bulunuyor.

Peyamberimizin bu 'cemaatle kılışı' terk etmesinden sonra bazıları evlerinde yine cemaatle kılmaya devam etmiştir. Bu uy-
gulamaya bile karşı çıkılmıştır. Karşı çıkanların başına Hz. Ali'nin geldiğini görüyoruz. Hz. Ali bu teravihi 'uydurma namaz' olarak anmaktadır. (Bâkırî, 171) Hz. Ömer'e atfedilen bir uygulama ile bu namaz camilerde kılınmaya başlandığında saha-
beden büyük tepki gelmiştir. Bu sahabe, yatsı namazını kılar kılmaz evlerine dağılır, teravih bid'atına katılmazlardı.
(Şâtıbî Muvafakaat, 3/60, 304)

Ekleme namazlar arasında 'kuşluk namazı' ve 'evvebîn' adıyla anılanlar da vardır. Kuşluk e evvabîn namazıyla ilgili olarak rivayet edilen hadislerin tümünün uydurma olduğunu Elbânî göstermektedir. (ez-Zaîfa, 1/212, 680-682)

Kaza namazlarından söz etmek veya namazların kazası olduğunu söylemek de namaz icat etme başlığı altında verilebilir. 
Kur'an, namazın kazası olduğuna ilişkin hiçbir beyan taşımaz. Peygamberimizin böyle bir emri veya uygulaması olduğuna il-
işkin güvenilir kayıtlar da yoktur. Bu böyle olduğu içindir ki Hz. Peygamber, hayız halindeki kadınlara o halleri boyunca ib-
adet etmeme ruhsatını verirken onlara kılmadığınız namazları sonradan kılmayın ama tutmadığınız oruçları sonradan kaza 
edin buyurmuştur. Çünkü orucun kazası vardır, namazın kazası yoktur. Hz. Peygamber Kur'an'ın getirdiği düzenlemenin dı-
şına çıkmaz.
(Namazın kazası eklemesinin din dışı olduğunu, bu din dışılığın, namaza başlamak isteyenleri ürkütüp engelle-
yeceğini anlatan fıkıh profesörü Yunus Vehbi Yavuz'un bir makalesi için bk. Kur'an Mesajı Dergisi, yıl: 1998, sayı: 6)


Gazâlî (ölm. 505/1111) namazların kazası konusunda ısrarlı davranan fakîhleri eleştirirken şöyle yazıyor: "Namazın edasına ilişkin mutlak emir, vakti geçen namazı kaza etmenin vücûbuna (gerekliliğine) kanıt olmaz. Namazın bir başka vakitte kıl-
ınması bir başka namazdır. Kazadan söz etmek için ya bağımsız bir kaza emri yahut da üzerinde icma' edilmiş bir kıyas ger-
ekir. Böyle bir şey yoktur. Ama fakîhler bunun aksini ileri sürerek 'namaz kıl!' emrinin, 'vakti geçen namazı kaza et!' emri-
ni de içerdiğini ileri sürerler,
(Gazâli; el-Menhûl, 120-121)

Ekleme namazlardan biri de istihare namazı diye bilinen namazdır. Bu namaz, çözümünde zorlandığımız bir konuda Allah'ın 
bize rüyada yol göstermesi için kılınır. Asırlardır kılınmaktadır, ama hiçbir yere gelinememiştir. (İstihare ile ilgili hadis pat-
entli sözlerin uydurma olduğunu Elbânî bize gösteriyor.
(Ez-Zaîfa, 2/78; 5/330-332)




                              NAMAZ KILMAYANLARA YAPTIRIM UYGULANIR MI?

Kur'an, namaz kılmayanlara en küçük bir yaptırım uygulanmasından söz etmemiştir. Bunda şaşılacak bir yön de yoktur. 
Çünkü ibadet bir gönül ve samimiyet olayıdır. Yaratan ile yaratılan arası bir iç ilişkidir. Böyle bir ilişkiyi maddesel yaptırı-
ma bağlamak onun bütün derinliğini siler ve onu her türlü riyakârlığa müsait bir gösteriye dönüştürür.Adam, yaptırımdan 
kurtulsun diye abdestsiz kılar, öfke ile, nefret ederek kılar. Bu, ibadet olmaz, en iyi ihtimalle işkence olur. Hatta riya karış-
tığı için şirk olabilir. 

Kur'an, namazı riya aracı yapanları dini yalanlamakla itham etmektedir. (Mâûn Suresi) Namazı riya aracına dönüştüren bir numaralı bela ise namaz kılmayanlara yaptırım uygulamaktadır. Dinden, imandan, insandan ve irfandan zerre kadar nasibi olanlar bu gerçeği anlamakta asla sıkıntıya düşmezler.

Allah, böyle bir sonuca vücut vermemek için namaz bahsinde hiçbir maddi yaptırım getirmemiştir.Ama fakîhler, namaz bah-
sinde yaptırımın her türlüsünü kurala bağlamışlardır. Kur'an dışı din temsilcilerinin bir kısmına göre, namaz kılmayanların öldürülmesi gerekir. Bu dayatmayı dinselleştirmek için uydurulmuş bir hadise göre, şu üç şeyi terk eden kâfirdir ve kanı helaldir: Kelime-i şehadeti getirmeyen yani İslam'ı kabul etmeyen, namaz kılmayan, oruç tutmayan. (Bu uydurmaya eleştiri için bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 1/211-212. Ayrıca bk. 1/175) Uydurmadaki tutarsızlığa bakın ki İslam dinini kabul etmemekle nam-
az kılmamayı, oruç tutmamayı aynı kefeye koyuyor. Kaldı ki Kur'an, dine girmede bile özgürlük tanımıştır. Dinin içinde bas-
kı uygulanmayacağı ise Bakara 256. ayette hükme bağlanmıştır.

Hadis bilgini Elbânî, namaz kılmayanları kafir ilan eden rivayetlerin tümünün uydurma olduğunu ispatlamakla kalmamış, 
tam aksini söyleyen hadislerin sağlamlığını da belgelemiştir. Bu hadislere göre, esas dindışılık, namaz kılmayanları din dışı 
ilan etmektir.
(Elbânî; El-Ahâdî es-Sahîha, 6/640-41)

Üzülerek ve ürpererek söyleyelim ki, klasik mezhepler içinde, namaz kılmayanlara sopa cezası, hapis yaptırımı öngörmeye-
ni hemen hemen yoktur. Fakîhlerin tüm bu dayatma ve uygulamaları din dışı, Kur'an dışıdır.Namaz kılmayan çocukların dö-
vüleceğine ilişkin rivayet de, Kur'an'a açıkça ters olduğu için uydurmadır, din dışıdır. Doğrusu şudur: Allah, namazı kullar-
ına emretmiş ama onu özgür iradesiyle baş başa bırakmıştır.Kul, Allah ile beraber olmayı namaz şeklinde yaşatmak istediği anda namaz kılar. Kılmaz ise onunla Allah arasındadır. Allah'a niyaz sadece namazdan ibaret de değildir. Örneğin, Kur'an 
okumak namazdan daha öncelikli ve daha üstün bir ibadettir.
(Ankebût, 45)

Namazla ilgili olarak İslam'ın gerçek kabulünü Hz. Ali'nin şu sözlerinden daha güzel açıklayacak bir söz bulunamaz: "Nam-
azı gücünüz yettiği kadar kılın. Şu bir gerçektir ki Allah namaz için kimseye azap etmeyecektir." (İbn Hemmam, el-Musan-
nef, 3/78)
Bir, 'Konuşan Kur'an' ünvanlı Hz. Ali'nin sözüne, bir de fıkıh kitaplarında kurallaştırılanlara bakın! Ve bu dinin ne 
hale getirildiğini bir kez daha düşünün!

Alışkanlıklar ve birtakım politik hesaplar yüzünden yaşamasında yarar buldukları hurafe dinini halka dayatanları tövbeye çağırmak gerekir. Ancak onların tövbe ve düzelme yoluna gittikleri pek görülmediğinden halkı, dininin Kur'an'dan öğren-
mek üzere uyarmak, bilgilendirmek, bilinçlendirmek ve kendisine imkân sağlamak en iyi yoldur.

Şimdi, namazla ilgili rivayetlerin Kur'an'dan onay alacak olanlarından en önemlisini verelim:

"Allah'a itaati olmayanın namazı da olmaz. İç ve dış kötülüklerden arınmış kişi ise namazı yerine getirmiş olur." (İbn Mü-
barek, Kitabu'z-Zühd, 290. Bu hadisin dayandığı Kur'an beyyinesi için bk. Ankebût, 45)

Din adına despotizm getirenler, toplumu, inanmadığı şeyleri korku yüzünden yapmaya mecbur bırakarak gizli şirk olan riya-
kârlığı kökleştirirler. Böylece kaş yapalım derken göz çıkarırlar. Ona-buna özellikle din despotlarına şirin görünmek için abdestsiz, taharetsiz, hatta gusülsüz namaz kılanlar ortalığı doldurur. Ve bunun sonucunda gerçek anlamda ne din kalır, ne iman. Bu noktaya getirilen bir kitle, Allah'ın ne istediğini değil, din despotizminin ne istediğini düşünür.

Böyle bir toplumun, insan onuru ve mutluluk adına bir geleceğinin olduğunu söylemek mümkün değildir.



          *Namazın Arapça Dışında Bir Dille Kılınamayacağını Söylemek:

İslam'ı bir Arap-bedevî dinine dönüştüren yanlışlıkların en önemlilerinden biri ibadet dilinin Arapça olduğunu söylemek, öz-
ellikle namazın Arapça dışında bir dille kılınamayacağını iddia etmektir. Bu, İslam'ın evrensellliğine bir darbe olduğu gibi, 
bir insanlık suçudur da. Çünkü âlemlerin Rabbi olan Allah'ın, örtülü bir biçimde, Arap olmayanların yakarışlarını kabul et-
meyen bir şefe dönüştürmektedir. Her insan istediği dilde ibadet eder, bildiği dille namazını kılabilir. Bunu engelleyen ne 
Kur'an'î ne Muhammedî ne aklî ne fıkhî ne de tarihî bir gerekçe vardır. Engel yapaydır ve İslam'ın Arap ideallerine hizmet 
aracı yapanlarla bunların destekçisi Arapçı ve Arapçacı sektör tarafından icat edilmiştir.
(Bu konu, bizim Ana Dilde İbadet 
adlı eserimizde ayrıntıları ve kaynaklarıyla ele alınmıştır.)

Herkesin kendi dilinde ibadet edip edemeyeceği sorununa cevap aramak bir 'reform' konusu değildir. Bırakın reformu, bu konuda bir içtihada bile gerek yoktur. Çünkü İslam fıkıh mirası içinde bu sorunun cevabı son derece açık olarak yüzyıllar öncesinden verilmiştir ve şudur: Her Müslüman,istiyor ve gerekli görüyorsa Kur'an'ın herhangi bir dildeki tercümesiyle na-
mazını kılabilir. Dahası var: Bu sorunun cevabı bizzat Peygamberimiz tarafından çok daha özgür bir ortam yaratıcak biçim-
de verilmiştir ve o cevabın özeti şudur: Herkes kendi dilinde ve kendi içinden gelenleri okuyarak namazını kılabilir, Kur'-
an'dan bir bölüm okuması şartı bile yoktur. 

Kur'an'ın hiçbir yerinde, namazda Kur'an'ın belli bir bölümünün veya ayetinin okunmasına ilişkin bir beyan yoktur. Müzem-
mil 20. ayetteki: "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun" emri namaz kaydına bağlanmamıştır. Mutlak ve bağımsız bir em-
irdir. Dahası bu emir aynı surenin başında geçen namazdan önce buyruklaştırılan "Kur'an oku!" emrinin açıklanışıdır. Mü-
zemmil 20, aynı surenin başındaki "Kur'an oku" emrinin icra şeklini gösteren bir emirdir; namazla bir ilgisi yoktur. Arap-
çılık ve arapçacılık pazarı çeşitli entellektüel oyunlar sergileyerek bu ayetteki emri "Namazda Kur'an oku" şekline dönüş-
türmektedir. Açık bir yalandır, bir saptırmadır.

Doğrusu şudur: Namazda Kur'an'dan bir bölümün, en azından Fâtiha suresinin okunması gerektiğine ilişkin kural sünnet kaynaklıdır. Hz. Peygamber, Kur'an'ın toplum bünyesinde yaygınlaşması için namazı değerlendirmiş, müminlerin namazda yapacakları duaları Kur'an'dan seçmelerine öncülük etmiştir.Daha doğrusu namazlarını daha kolay kılabilsinler diye onlara yardımcı olmuştur. Ancak, Kur'an ezberleyemeyeceğini arz edenlere de içlerinden gelen yakarışlarla namaz kılabilecekleri-
ni bildirmiştir. İşte bizim için gerekli olan burasıdır. Yoksa biz, Arapça bilen ve ibadetini o dille yapanları başka bir dille na-
maz kılmaya yöneltmek gibi bir dayatmayı savunuyor değiliz.

Bu nokta, başlangıçtan beri bir çok büyük müçtehit tarafından fark edilmiş ve namazda Kur'an'dan bir parça okumanın farz olmadığı hükme bağlanmıştır. Hatta fıkhın büyük ekollerinden biri olan Şâfîî mezhebi, namazda Fâtiha'yı özgün metinden iy-
ice okuyamayanların Fâtiha yerine içlerinden gelen başka yakarış cümlelerini okuyarak namazlarını kılabileceklerini hük-
me bağlamıştır. Büyük Hanefî ekole göre de kıraat (namazda Kur'an'dan bir bölümün okunması), namazın aslî rükünlerin-
den (temel dayanaklarından) değil, zâid (ilave) rükünlerdendir. Bunun anlamı şudur:"Namazda Fâtiha'nın okunması farzdır" 
şeklindeki ilmihal tespiti, aksini yapmak haramdır anlamına gelmez, fıkıh disiplini anlamında farz demek olur. 

Kur'an, ne dediğini anlamayacak durumda olanların namaz kılmalarını açıkça yasaklamıştır. (Nisa, 43) Ayrıca, namazından gafil olanlar ağır bir biçimde kınanmıştır. (Mâûn Suresi). Namazın ruhu huşûdur. Anlamını bilmediği sözcükleri telaffuz eden kişinin huşûu olabileceğinden söz etmekse anlamsızdır. Ne dediğini anlamamanın görünümlerinden biri de, bilmediği bir dil-
deki metni okumaktır. Ve bu, huşûu elde edememenin de bir ifadesidir.

Kur'an'ın tercümesiyle namaz kılınabileceğine ilişkin ilk uygulamalı fetva, sünnet kaynaklıdır. Bu konuda ilk uygulama, bü-
yük sahabî Selman Farisî (ölm. 36/656)nin İranlılara verdiği fetva ile başlamıştır. İranlı Müslümanlar, Arapça bilmedikleri-
ni, namazda Fâtiha'yı Farsça tercümesinden okuyarak namaz kılmak istediklerini, bunun mümkün olup olmadığını ırkdaşları 
ve dindaşları Selman'a sordular. Selman'da bu durumu Hz.Peygamber'e iletti ve onun onayını aldıktan sonra Fâtiha'yı Fars-
ça'ya çevirerek İranlılara verdi. Büyük Hanefî fakîhi Serahsî (ölm. 483/1090), eseri el-Mebsût'ta bu olayı anlatmakta ve 
Selman'ın Fâtiha çevirisinin Farsça metnini vermektedir. 

Selman eliyle gerçekleştirilen bu Asrısaadet uygulaması, namazını Kuran'dan ayetler okuyarak kılmak isteyenlere bir çöz-
üm getirmektedir. 

Demek olur ki, namazını kendi dilinde dualarla kılmak isteyenler için İslam'ın verdiği iki açık ve net imkân vardır: 1. Kur'-
an'ın, kendi dillerindeki çevirisinden ayetler, özellikle Fâtiha Suresi'ni okumak, 2. Kur'an'dan bir şey okumak yerine kendi 
seçtiği başka yakarış cümleleriyle namaz kılmak.

Namazda Kur'an'dan ayetler okunması da ayrı bir özellik taşır. Geleneksek fıkıhın bu konudaki tutumu Kur'an'ın istekleri-
ne aykırıdır; düzeltilmesi gerekir. Kur'an, namazın Allah'ı anmak için kılınması gerektiğini açıkça bildirmiştir.
"Namazı beni anmak için kıl" (Tâha, 14) 

Namaz kılmayı,Arapça bilmeye veya okumaya bağlayan anlayış hiç farkında olmadan bu Kur'ansal gerçeği saf dışı etmiştir. Geleneksel Arapçacı anlayışa göre, Kur'an'dan herhangi bir ayeti okumak namazın kıraat (okuyuş) şartını yerine getirme-
de yeterlidir. Buna göre bir insan, örneğin, "Ya-Sîn" veya "Elif-Lam-Mîm" veya "Hâ-Mîm" veya
"İkisi de yeşil mi yeşil" 
(Rahman, 64)
veya "şiddetli ses çıkararak çarpan" (Kaaria, 1) vs. Diyerek namaz kılabilir. Çünkü bunlar birer Kur'an ay-
etidir. 

Bu anlayışa göre, bir Müslüman, şu ayetleri okuyarak da namaz kılabilir: "Firavun dedi ki: 'Ben sizin en yüce rabbinizim!"
(Nâziât, 24) "Sağa-sola kaçışan yaban eşşekleri gibidirler" (Müdessir, 50) "Arslandan kaçıyorlar." (Müdessir, 51) "Kol-
tuklar üzerinde bakışıyorlar" (Mutaffifîn, 35) "Yüzünü ekşitti ve öteye döndü." (Abese, 1) "Üzümler, yoncalar" (Abese, 
28) "Zeytinlikler, hurmalıklar" (Abese, 29)...


Örnekleri onlara hatta yüzlere çıkarmak mümkün. Allah'ın "beni anmak için kıl" dediği namazın, sırf Arapça okunsun da 
nasıl ve ne kadar okunursa okunsun inat ve hurafesini yaşatmak için bu şekilde kılınabileceğini söylemek akıl ve dinin ka-
bul edeceği bir şey midir?

Eğer Kur'an'dan bir ayet okunacaksa bu ayetin bir dua-niyaz ayeti olması gerekir. Ve böyle ayetler Kur'an'da yüze yakın-
dır. Yani değil beş vakit elli vakit namaza bile bol bol yetecek kadar dua-yakarış ayeti vardır.
(Bu dua ayetleri ve Türkçe 
çevirileri için bizim Kur'an'ın Öğrettiği Dualar adlı kitapçığımıza bakılabilir.)

Konu hakkında ilgili kaynaktan bilgi almak için verdiğimiz linke tıklayınız:  Buradan

Eğer namaz, Kur'an'dan herhangi bir bölümün okunmasıyla kılınacaksa (ki bu Kur'an'da ehil olanların işidir) o zaman, ok-
unacak ayetler kümesindeki anlam bütünlüğüne dikkat edilmelidir. Firavun'un yani Allah'ın düşmanının Allahlık ettiği ayeti okuyarak Allah'a secde etmek Kur'an'ın namaz anlayışına aykırıdır.Okunan ayetler kümesi içinde böyle bir ayet olabilir. O taktirde o kümenin önünde ve arkasında yer alan ve anlam bütünlüğünü sağlayan tüm ayetler okunacaktır. Böyle bir şey, Kur'an'da ve Arapça'da ehliyet sahiplerinin işidir. Herkesin denemesi gereken bir yol değildir. İbadetin ruhu ve amacı ba-
kımından fazla bir anlamı da yoktur. Firavun'un sözünü içeren ayeti örnek alalım. Bu ayetten önce gelen ve Hz. Musa'nın 
Firavun'a tebliğini anlatan ayetlerle, Firavun'un iddiasına cevap getiren ayetler de aynı anda okunmalıdır ki anlam bütün-
lüğü doğsun ve Allah'a secde ederken Firavun'un ilahlığını ilan etmek gibi bir abesin taşıyıcısı olmayalım.

Kur'an'ın ruhuna en uygun yol, namazları, Kur'an'daki dua ayetlerinden birini veya bir kısmını okuyarak kılmaktır. Arapça bilmeyenler, yani okuduğu Arapça özgün metnin ne dediğini anlamayanlar, ayetlerin kendi dillerindeki çevirisini okurlar. Çünkü Kur'an, bizden telaffuz (bir sözcüğün ne anlama geldiğini bilmeden sadece sesini çıkarmak) değil, tedebbür (sözcüğ-
ün veya cümlenin ne anlama geldiğini bilerek okumak) istemektedir. 

Din ve fıkıh gerçeğine uygun, ruha etkili olacak namaz böyle kılınır. Bu gerçeği fark eden Müslüman fakîhler yok değildir. 
Ne yazık ki geleneğin kahırlı baskısı, geçtiğimiz zamanlarda bunu gereğince seslendirmeye ve kitlenin yararlanacağı bir 
şekle sokmaya imkân vermemiştir. Fıkhın büyük isimlerinden biri olan İzz bin Abdüs Selam (ölm. 660/1262), gerçeği gören 
ve önemli ölçüde duyuranlardan biridir. 'Kavâid' adlı ünlü eserinde (özet olarak) şu yolda konuşuyor:

"Allah'ı anmak için 'Tebbet' ve 'Kâfirûn' gibi sureleri okumak yerine Allah'ı tesbih ve hamdi esas alan diğer cümleleri oku-
mak daha iyi değil midir? Çünkü bu tesbih ve hamd cümleleri doğrudan Allah'ı öne çıkarmaktadır; oysaki anılan surelerin 
birinde Ebu Leheb'in başına gelenler, ötekinde ise Mekke müşriklerinin durumu anlatılıyor... Bu soruya cavap olarak ben-
im görüşüm şudur:Allah'ı öne çıkaran zikir cümleleri, bizzat Allah'ı konu edindikleri için ve zikriden maksatta Allah olduğu 
için, üstündür. Ayrıca hamd ve tesbih ifade eden zikir cümleleri Kur'an ayetlerinden seçildiğinde üstünlük ve öncelik doru-
ğa çıkar. Böyle bir seçim yapıldığında iki şeref birleştirilmiş olacaktır: Okuyuşu Allah'ı anmaya özgülemek şerefi, zikir ifa-
delerini Kur'an'dan seçme şerefi. İşte en makbul ve erdirici yol budur."
(İbn Abdis Selam; Kavâ'id'ül-Ahkâm, 334-335)



          *Namazların Birleştirilmesine İlişkin Mütevâtır Sünneti İnkâr Etmek Veya Halktan Saklamak:

Namazların birleştirilmesiyle ilgili çok sıcak ve uzun tartışmalar yaşandığını, bizim düşünce ve iman mücadelemizi izleyenler 
iyi bilirler: 

Bu tartışmalar, bir mütevâtır sünnet olan namazların cem'ini bir köşe yazımızla gündeme getirdiğimizde: "Namazları üçe indiriyor, İslam'da namazların birleştirilmesi diye bir şey yoktur, Peygamber'in hayatında böyle bir uygulama yoktur, bu bir Kızılbaş-Râfızî yöntemidir" diye sokaklara fırlayıp halkı bizim aleyhimize kışkırtan din tüccarı, iftiracı alçakların fesatlarıy-
la başlamıştı. Bu kampanyaya, ülkenin anayasal din kurumu olan Diyanet İşleri ile bazı parlamento mensuplarının katılma-
sı ise ayrı bir üzüntü ve ibret konusudur. 

Bunun üzerine biz, tarafsız basın organlarıyla, halka sürekli bilgiler verip bizi ilk günden beri bağrına basan milletimize ger-
çeği ve oynanan oyunu anlattık. Ve namazların birleştirilmesi uygulaması ülkemizde ve halkımızın yaşadığı Avrupa ülkele-
rinde hayata geçti. Biz buna sebep olduğumuz için her gün alnını bu sayede secdeye koyan veya daha çok secdeye koyma 
imkânı bulan binlerce insandan dua alıyoruz. 

Gelelim işin esasına:

Namaz vakitlerinin 5 oluşu sünnetle belirlenmiştir, Kur'an kaynaklı değildir. Kur'an'da adı geçen namazlar 3 tanedir. Hz. Peygamber'in namaz bahsindeki müekked (pekiştirilmiş, devamlı) sünneti işte bu namazı 5 vakit olarak kılmasıdır. Ancak 
Hz. Peygamber bu sünnetini, namazları üç vakitte toplamak şeklinde de uygulamıştır. Bu uygulamaya 'cem-i salât: namazla-
rın birleştirilmesi'
denmektedir.

Bu birleştirmenin şekli şöyledir: 1. Öğle ile ikindi, bunlardan birinin vaktinde toplanarak sırasıyla kılınır. Yani önce öğle, 
sonra ikindi... Toplama öğlen vaktinde yapılırsa buna 'cem-i takdim: öne alarak birleştirme' denir. Toplama, ikindinin vak-
tinde yapılırsa buna 'cem-i tehir: sonraki zamana alarak toplama' denir. 2. Akşam ile yatsı bunlardan birinin vaktinde topla-
nır ve yine sıraya uyularak kılınır. Toplama, akşamın vaktinde yapılırsa 'cem-i takdim' yatsının vakti içinde yapılırsa 'cem
-i tehir'
denir. İster takdim cem'i yapılsın, isterse tehir cem'i, birleştirilen namazlar normal sıra bozulmadan kılınır.

Sabah namazı birleştirmeye girmez. İkindi ile akşam da kendi aralarında cem edilerek kılınamaz. Kaynakların beyanına gö-
re, Hz. Peygamber bu birleştirme uygulamasını ümmetine kolaylık olsun diye yapmıştır. Bunun sadece sefer hallerinde yap-
ıldığı yolundaki sözler asılsızdır. Hz. Peygamber, bunu en rahat zamanlarında da yapmıştır. Demek olur ki bu, kişinin kendi 
içinde buna ihtiyaç duymasına bağlıdır. Bu bir ruhsattır, isteyen kullanır, istemeyen kullanmaz.

Mezheplerin bir kısmı (örneğin Hanefiler) bunu sadece Hac mevsiminde Arafat ve Müzdelife'de uygulamakta, diğer zaman-
larda devre dışı tutmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki Arafat ve Müzdelife'de cem, bir ruhsat değil, bir azimettir; o günlerde orada herkes cem ile namaz kılar. Diğer hallerde ise ruhsattır.
(Şâtîbı; Muvafakaat, 1/310-312)

Bazı mezhepler cem'i, "meşakkat"in yani zorluk ve sıkıntının varlığı halinde uygulanabilir kabul ederler. Bazıları ise yol-
culuk halini gerekçe sayarlar. Bu onların kendi içtihadlarıdır. Söylediğimiz gibi cem bir ruhsattır, bu ruhsatı ne ölçüde, ne 
kadar kullanacağına herkesin kendisi karar verir. Yani mezheplerin ve fakîhlerin bu konudaki kabulleri kendilerini bağlar. 
Bize lazım olan, Hz. Peygamber'in cemi nasıl uyguladığıdır. Ve onu açık bir biçimde bilmekteyiz:

Hz. Peygamber'in yolculuk hallerinde birleştirmeyi uyguladığı tartışmasızdır. (İbn Hemmam, 2/543-554) Hazar (ikamet yer-
inde olma hali) durumuna gelince, Hz. Resul bu durumda da cem ederek namaz kılmıştır: 'Peygamberimizin Hazar Halinde Namazları Cem'ine ilişkin bilgiler hemen tüm hadis kaynaklarında vardır. Bu bilgiler kimilerinde 'Namazların Cem'i' başlı-
ğıyla, kimilerinde 'Namazların Yolculuk Halinde Cem'i' başlığıyla, kimilerinde ise ilk iki başlığa ilaveten
'Namazların Haz-
ar Halinde Cem'
i' başlığı altında verilmektedir. Örneğin İmam Mâlik'in Muvatta'ında şu başlık vardır:
'İki Namazın Hazar-
da ve Seferde Birleştirilmesine İlişkin Bölüm'
(bk. Muvatta', 1/143-145) Nesaî, bu konuda tam 8 bab açmıştır. Bunların biri 
şu adı taşıyor: 'Hazarda İki Namazın Birleştirilmesi' (Nesaî, 1/229-235) Biz, aynı başlık altında verilen bilgileri ilk büyük 
kaynaklardan İbn Hemmam'dan özetleyelim: 

"İbn Abbas demiştir ki, Resul, Medine'de, yolculuk ve yağmur gibi bir mazeret olmaksızın da öğle ile ikindiyi, akşam ile yatsıyı cem etmiştir. İbn Abbas'a, 'Hz. Peygamber bunu, hiçbir sebep yokken neden yapmıştır?' diye sorulduğunda o şu ce-
vabı vermiştir: 'Bunu, ümmetine bir genişlik, bir kolaylık olsun diye yapardı.' Aynı İbn Abbas şunu da söylüyor: 'Ben Med-
ine'de Hz. Peygamber'in cemaati olarak öğle ile ikindiyi cem ederek 8 rekat, akşam ile yatsıyı cem ederek 7 rekat halinde kılmışımdır." (İbn Hemmam, 2/555-557)

İbn Abbas'ın bu sözünden anlaşılmaktadır ki Hz.Resul cem etmeyi, sadece münferiden (tek başına) kıldığı namazlar için uy-
gulamakla kalmamış, cemaatle kıldığı namazlarda da uygulamıştır. Hatta bazen Cuma namazı ile ikindiyi, akşamın girmek-
te olduğu geç vekitte birleştirdiği de oluyordu. Bu demektir ki birleştirme, Hz. Peygamber'in hayatında öyle çok nadir, çok bireysel değildi; sıkça ve toplu halde de uygulanan bir namaz kılış şekliydi.

Ceme en çok ihtiyaç duyulan zaman şimdiki zamandır. Hayatın zorluğu, çalışma şartlarının karmaşıklığı, birleştirmeyi büy-
ük bir lütuf ve kolaylık olarak Müslüman'ın karşısına çıkarmakta, onu rahatlatmaktadır. Hal böyle iken birileri çıkıp birleş-
tirmeyi ya inkâr ediyor, yahut da "Halka açmayın, suiistimal ederler" diyerek dinin rahmetine ambargo koyuyor.




                              NAMAZIN ŞEKLİNE İLİŞKİN SAPMALAR

Namazın sadece rekât sayısında, türlerinde değil yerine getiriliş şeklinde de çok büyük kaydırmalar, saptırmalar yapılmış-
tır.

İbadet alanı, muamelât ve ukûbât alanının aksine içtihat alanı değildir. Bu alanda, Hz. Peygamber ne göstermişse o aynen korunur. Ne ekleme yapılır, ne eksiltme. Hz. Peygamber bu gerçeği göstermek için buyurmuştur ki, "Beni nasıl namaz kılı-
yor görüyorsanız siz de aynen öyle kılın."

Sahabe neslinin Resul uygulamasından sapmaya ilişkin ilk şikâyetleri arasında namazla ilgili olanlar dikkat çekmektedir. 
Bir örnek olarak, Peygamberimizin hizmetinde olmakla ünlenmiş bir sahabî olan Enes b. Mâlik'in şu sözünü verelim. Enes 
(ölm. 90/708), bir gün ağlayarak şöyle demiştir:
"Resul'den öğrendiklerimiz içinde bozulmadan duran tek şey namazdı; onu 
da tanınmaz hale getirdiler." (Turtûşî, 112-113)

Namazın şekline (yerine getiriliş biçimine) ilişkin bid'atlar ve saptırmalardan bazı örnekler verelim: 



          *Ağırlaştırılmış Setri Avret Şartı:

Bu şartın kadınlarca uyulması gereken kısmı üzerinde, geleneksel fıkhın ittifakı vardır. Bu ittifaka göre, kadının ayakları, 
elleri ve yüzü hariç olmak üzere tüm vücudu avrettir ve namaz kılma sırasında mutlaka örtülmelidir.Aksi halde namaz ge-
çerli olmaz. Örtünme ile ilgili görüşümüz ne olursa olsun, şunu inkâr edemeyiz: Örtünme insanlar içindir. Hiç kimse Allah'-
tan saklanmak için örtünemez. O halde, mümin kadının namazda örtünmesi, ancak namaz sırasında yanında erkeklerin bul-
unması veya görünebileceği yerden erkeklerin geçme ihtimalinin olması halinde gerekli olur. Bu da namazın geçerliliği için 
değil, örtünme gerekli olduğu içindir. Böyle durumlarda Müslüman hanım, örtünme kavramından ne anlıyorsa ona göre ör-
tünecektir. İslam'ın bir örtünme emri vardır ama namaz için ayrı bir örtünme söz konusu değildir. 

Geleneksel fıkıh bu noktada büyük bir çelişki içindedir: Bir yandan setri avreti namazın şartlarından biri olarak göstermek-
te, öte yandan, köle ve câriye kadınların namazda başlarını, hatta göğüslerini örtmelerine izin bile vermemektedir. Peki, bu 
ikisi nasıl bir arada olabiliyor? Yani setri avret, eller ve yüz dışındaki bölgelerin kapatılması ise ve bu, namazın da şartı ise 
köle ve câriye Müslüman kadınlar bu şarta uymadan nasıl namaz kılabiliyorlar? Namazın iki insan sınıfı için iki şeklinin 
mevcut olduğu vahyin hangi beyanına dayandırılmaktadır? 

Böyle bir beyan yok da bu sadece bir toplumsal konum belirleyici ise hür kadınların başlarını-saçlarını örtmeleri nasıl 'din' oluyor? Eğer bu din ise câriye ve köleler örtünmeden nasıl namaz kılabiliyor? Dahası, bu setri avret ve örtünme anlayışına dayanarak hür-köle ayrımının kalmadığı günümüz toplumlarında kadınların örtünmesinin dinsel dayanağı kalmıştır denebilir mi? 

Geleneksel fıkhın bunlara vereceği tek cevap, birçok konuda saçmalıkları mazur göstermek için başvurduğu şu tekerleme-
dir:
"Ulema öyle buyumuştur, müfta bih kavil (fetvaya esas alınan söz) budur!" 

Namazda setri avretin gerekliliği hususunda icma' vardır yolundaki beyan da doğru değildir. Mâlikilerin bir kısmına göre, kadın, namazını evde kılıyor ve onu kimse görmüyorsa setri avret farz değildir. İmamı Mâlik'e göre ise setri avret namazın 
her hal ve şartta sadece sünnetlerindendir.
(İbnü'l-Arabî; Şerhu't-Tirmizî, 2/136)

Namaz için özel elbiseler hazırlamak da kötü bir bid'attır. Ayrıca dine israf sokmak ibadeti gereksiz harcamalara sebep ha-
line getirmektir. Unutulmasın ki tevhidin çekirdek nesli sahabîlerin büyük çoğunluğunun birer giysisi vardı.Bu giysi ile hem 
dolaşır hem namaz kılar, hatta hem de yatağa girerlerdi. (İbn Hemmam, 1/366-368) Şunu da ekleyelim: Sahabenin namaz-
larını kıldıkları giysiler çoğu kez cinsel organ bölgelerini bile tam örtmüyordu.Onların öyle kat kat burmalı giysileri yoktu. Çoğu kez namaz kılmakta olanlar birbirlerinin ayıp yerlerini görüyorlardı. Bunun böyle olması, o yerlerin açılabileceğini el-
bette göstermez, ama namaz kılmış olmak için, milimetrik açıklıkları bile hesaplayacak şekilde giymenin şart olmadığını 
gösterir. Tam bu noktada, hadis-fıkıh ikilisinin ilk ve en büyük kaynaklarından biri olan İbn Hemmam (ölm. 211/826)ın ese-
ri el-Musannef'teki 'Çıplak Kişinin Namazı' adlı bölümden birkaç satır vermek istiyoruz: 

"Kişi, denizden-nehirden çıplak çıkmışsa namazını oturarak kılar... Sudan çıkanlar bir gurupsa içlerinden giyili olan biri im-
amlık eder. İmamlık eden de çıplaksa o zaman imam onlarla aynı safta durur ve namazı ima ile kıldırır; cemaat olanlar ise 
oturarak kılarlar... İbn Abbas'a göre de gemideki kişi ve çıplak kişi namazını oturarak kılar... Hz. Ali'ye, "Çıplak kişi nasıl 
namaz kılar?" diye sordular; Ali şu cevabı verdi: "Eğer insanların göreceği bir yerde kılıyorsa oturarak kılar; yok eğer 
kimsenin görmeyeceği bir yerde kılıyorsa ayakta kılar." (İbn Hemmam, 2/583-584) 

Tüm bunlar gösteriyor ki namazda da olsa, örtünme insanlar içindir. Eğer birilerinin görmesi söz konusu değilse kişi istediği kıyafetle namaz kılabilir. Çünkü Allah için biz, ne giyersek giyelim zaten anadan uryan durumdayız. 

O halde, ilmihallerin, namazda setri avret bahsinde şu iki durumu birbirinden ayırmaları gerekiyor: Hiç kimsenin görmeye-
ceği yerde namaz kılma hali ile, başkalarının göreceği yerde namaz kılma hali... Bunlar ayrı ayrı düzenlemeyi gerekli kıl-
maktadır.



          *Ayakkabı İle Namaz Kılmayı Yasaklamak:
 

Namazın çıplak ayakla veya sadece çorapla kılınabileceğini söylemek de bir bid'attır,Asrısaadet uygulamalarına terstir. Hz. Peygamber ve ashabe, dışarıda giydikleri ayakkabılarıyla namaz kılıyorlardı. Bu bilgileri veren kaynaklar, ayakkabı yerine 'na'l' ve 'huff' kelimelerini kullanırlar. Bu ki giysinin birincisi tokalı yazlık ayakkabı, ikincisi her tarafı kapalı deri ayakka-
bıdır. Hz. Peygamber ve sahabe bu iki ayakkabı üzerine abdestte mesh etmiş ve bunları çıkarmadan namazlarını kılmışlar-
dır. Sonraki eklemeci zihniyetler tokalı ayakkabıyı devreden tamamen çıkarmış, huff denen ayakkabıyı da çorap hükmüne sokmuştur. Tamamen bilim ve tarih dışıdır, saptırmadır, tahriftir, dayatmacılıktır. Şimdi gerçeği veren kaynaklardan birini, ünlü Buharî'den tam 45 yıl önce vefat etmiş dev bir muhaddis-fakîh olan İbn Hemmam'ı dinleyelim: Tâbiûn kuşağından Ab-
dullah b. eş-Şıhhîr, babasından naklen şunu söylüyor:"Hz. Peygamber'in tokalı ayakkabılarıyla namaz kıldığını görürdüm." 
Ünlü meffessir-fakîh Ata b. Ebirebah (ölm. 115/733)a sordular:"Kişi, tokalı ayakkabılarıyla namaz kılabilir mi?" cevap ver-
di: "Evet, kılabilir. Peygamberimizin de aynı şekilde namaz kıldığını öğrenmiş bulunuyoruz. Hatta Peygamberimizin huff 
(her yanı kapalı ayakkabı) ile namaz kılmakta olduğunu da öğrenmiş bulunuyoruz."
İbn Abbas da tokalı ayakkabılarıyla 
namaz kılardı. Irak fıkıh ekolünün babası olan İbrahim en-Nehaî de tokalı ayakkabılarıyla namaz kılardı. Ünlü fakih-muhad-
dis Vehb b. Münebbih (ölm. 110/728)de tokalı ayakkabılarıyla namaz kılardı. 

"Sahabeden Hakem b. Uteybe diyor ki, 'Hz. Peygamber, ashabı ile namaz kıldığı bir gün ayakkabılarını çıkarmıştı; sahabe 
de ona bakarak ayakkabılarını çıkarmışlardı. Namazdan sonra Resul onlara sordu: 'Hayrola, ayakkabılarınızı hep birlikte 
neden çıkardınız?' Onlar dediler ki, 'Sen çıkardın diye bizde çıkardık.' Resul buyurdu: 'Şart değil isteyen ayakkabısını çıka-
rır kılar, isteyen çıkarmadan kılar." (İbn Hemmam, 1/384-387) 

Düşünülsün ki, bütün bunların olup durduğu yer dünyanın en sıcak bölgelerinden biridir ve hayat o gün çok sadeydi. O gün-
ün dünyasında kullanılan bu imkâna bugünkü karmaşık, zor hayat şartlarında ve ayakkabı çıkarmanın gerçekten problem 
olacağı soğuk bölgelerde bile izin vermeyen zihniyetler vardır.Bunun din adına kabulü mümkün değildir. Sıkıntılar büyüdük-
çe imkanların genişletilmesi gerekirken, imkanlar zorlaştıkça sıkıntıları büyütenler, 'yaratılış ve kolaylık dini' olan İslam'ı 
yaşanmaz hale sokmanın ötesinde bir şey yapmıyorlar. Hem de asırlardan beri.



                              CAMİ İÇİNDE SERGİLENEN BİD'ATLAR

          *Müezzinlik Adı Altında Birtakım Merasimlerin Eklenmesi:

Bu merasimlerin ezan ve kaamet dışındakileri bid'attır. İhlas okuma, salâtü selam getirme, Bilal Habeşi vs. için Fatiha ok-
unmasını isteme, hasbünallah çekme, namaz sonunda imamın dua edip cemaatin âmin demesi
(bk. Şâtıbî; Muvafakaat, 1/
349 vd.)
, Cuma günleri ikinci bir ezanın okunması, hutbenin Cuma namazından önce okunması, cami içinde ne sebeple olur-
sa olsun para toplanması, cami içinde dernek, vakıf vs. kurumların övülmesi, cami içine farz namaz dışında namaz sokulma-
sı, cami içine namaz dışında merasimlerin (mevlit, tesbih, tarikat zikri vs.) sokulması, hutbelerin minber denen merdivenli yüksek yerlerde okunması, hutbelerin cemaatin anlayamayacağı dilde okunması, hutbelerde öğüt olarak Kur'an dışında 
sözlerin okunması, cami içine tesbih, levha, tarikat şeceresi, sahabe vs. adları sokulup yazılması, cami içine 'sakal-ı şerif' 
adı altında birtakım kılların, 'hırka-ı şerif' adı altında hatıra eşyanın sokulması.


          *Bir Mezhebin Namaz Kılış Şeklini İslam'ın Tek Namaz Kılış Şekli Olarak Sunmak:

Böyle bir kabul ilk anda bid'attır. Böyle olmadığının hatırlatılmasından sonra bu kabulde ısrar edilirse durum bid'at olmak-
tan çıkıp küfre ve şirke doğru kayar. Çünkü bir mezhebin yorumlarını İslam ile eşitlemek, İslam adı altında ikinci bir din oluşturmak anlamına gelir.

Mezheplerin her biri, İslam'ın bir bakış açısına göre yorumlanışıdır. Yorum beşerî bir kurumdur. Din ise bu yorumlara vücut veren evrensel nasların kümelendiği tanrısal kurum ve kaynaktır.

Hz. Peygamber, aldığı vahyi yaşayıp insan hayatına mal ederken dinin evrenselliğine uygun bir biçimde, çeşitli kabul ve ka-
naatlere, değişik iklim ve şartlara göre yaşanabilir bir din algınalışına imkân sağlayacak esnekliklere kaynaklık etmiştir. 
Dini yaşama durumunda olan çok farklı iklim ve kişilerin her biri onun esnek uygulamalarında kendisine bir örnek bulur.Bu 
onun peygamberliğinin, özellikle son peygamber oluşunun zorunlu bir sonucudur. Onun bu esneklik dolu uygulamalarının herhangi birini alarak "İşte din budur" demek dinin yaşanabilirliğini yok etmek olur. Oluşum devri mezhep imamlarının yo-
rum yaparken böyle bir niyet ve davranış içinde olduklarını sanmıyoruz, ama sonraki devirlerin taklitçi-hazırcı, sığ fıkıhçı-
larıyla onları tabulaştıran cahil kitlelerin bu hatayı işledikleri kuşkusuzdur. 

Sonucun ne olduğunu, bahsimiz olan namazla ilgili örnekler vererek gösterelim: Bugün her mezhebin ilmihali bir namaz an-
latmakta ve sonunda şunu söylemektedir: İşte sünnete uygun namaz şekli budur.O şeklin çok dışında bir namaz kılma bi-
çimi kabul eden bir başka mezhep ilmihali de namazı kendi anlayışına göre anlattıktan sonra aynı sözleri söylemektedir. A-
kıl ölçüleriyle baktığımızda ortada üç ihtimal vardı:

1. Bunların hepsinin söylediği yanlıştır: Bu ihtimal geçerli olamaz, çünkü bunların söylediklerinin büyük kısmı doğrudur. 2. Bunların sadece birinin söylediği doğrudur: O taktirde diğerleri İslam içi olma vasfını yitirir. Böyle bir kabul hem aklen ve ilmen doğru olmaz; hem de o mezhepleri kötü niyetli ilan etmek olur. 3. Bunların söyledikleri; dinin kişilere, zamana, zemi-
ne, şartlara göre değişik uygulama biçimleridir ve bu mantık içinde hepsi doğrudur.

Hz. Peygamber'in uygulamaları, Kur'an'ın evrenselliği dikkate alındığında bu üç ihtimalin sonuncusu geçerlidir. Yani mez-
heplerin kabulleri, Peygamberimizin bir konuda değişik zamanlardaki değişik şartlara ve ihtiyaçlara göre vücut verdiği uy-
gulamalardır. O uygulamaların hangisi kimin şartlarına ve ruh haline uyuyorsa o kişi veya çevre onu tercih eder. Bu tercih yüzünden itham, kavga, çekişme olmamalıdır. Çünkü bu tercih din değil, dinin verdiği imkânlar kullanılarak yaratılmış bir esneklikten yararlanmadır.

Canlı örnekler verelim:

Hz. Peygamber, namazlarında kıyamda (ayakta) iken ellerini bazen önden birinin üstüne koyarak tutmuştur (el bağlamak), bazen iki yanına salıvererek tutmuştur. (bk. İbn Hemmam, 2/276-277) Bu demektir ki kişi, kendi ruh hali ve beden imkânını değerlendirerek kıyam anında ellerini isterse bağlayacak, isterse iki yana salıverecektir. Gerçek bir fakîhe düşen (büyük imam İbnül Kayyım el-Cevziyye'nin yaptığı gibi), Resul'ün kıyamda bu iki şekli de kullandığını söyleyip tercihi kişinin ken-
dine bırakmaktır. Ne yazık ki böyle yapılmamıştır. Örneğimize dönersek, bazı mezheplerde ellerin kıyam halinde iken ön-
den bağlanması gerekli gösterilmiş, bazılarında ise tam aksine, kıyam halinde ellerin yanlara salınması gerektiği belirtilmiş-
tir.

Şimdi bunların hangisini yapan gerçek namazı kılmış olur? Her mezhep, "Bizim gösterdiğimizi yapan" diye cevap vermek-
tedir. Oysaki ikisini yapanın da namazı geçerlidir. Eksik olan, biraz önce işaret ettiğimiz açıklamanın yapılmamış olmasıdır. 
Yani iş inada bindirilmiş, yok yere kamp ve kavga yaratılmıştır.

Bir başka örnek: Namaza başlarken (iftitah tekbirinden sonra) Sübhâneke duasının okunmasını esas alan mezhepler olduğu gibi okunmasını mekruh gören mezhepler de vardır. Ortada çelişki var. Çözüm bellidir: Namazda Allah'ı tespih etmek, ona hamdetmek, şükürde bulunmak vardır ama bunun şu veya bu metinle yapılması gerekmemektedir. İsteyen istediği bir tes-
pih metnini okuyabilir. Bu, Sübhaneke duası olabileceği gibi kişinin o anda içinden gelen yepyeni bir duada olabilir. Nitek-
im, Hz. Peygamber ve arkadaşları Sübhaneke yerine çok değişik dualar okuyarak da namaz kılmışlardır.
(İbn Hemmam, 
2/71-82)
Kişi böyle bir dua okumadan doğrudan doğruya Fâtiha'yı okuyarak da namazını kılabilir. Ekleyelim ki bize göre en 
güzeli de budur.

Fakîhin yapacağı, işte bütün bunları söyleyip tercihi kişiye bırakmaktır.Ne yazık ki bunun tam tersi yapılıyor: İlmihale "Şu-
rada Sübhaneke okunacak"
diye yazıp Müslüman'ın elini-kolunu bağlıyorlar.Samimi ama bilgisiz kişi de bunun Allah'ın em-
ri olduğunu sanıp namazında başka bir dua okumayı namazı bozmak sanıyor. Hem kendine zahmet veriyor hem dinin yoz-
laşmasına yol açıyor.

Fâtiha'nın okunma şekli mezhepler arasında bir yığın çekişmeye sebep olmuştur. Sesli mi okunacak, sessiz mi, imama uyan okuyacak mı, okumayacak mı? Fâtiha'ya başlarken besmele çekilecek mi, çekilmeyecek mi? Çekilecekse sessiz mi çekile-
cek, sesli mi? Bu tartışmarla sayfalar doldurulmuştur.Oysaki iş son derece basittir: İsteyen öyle okusun, isteyen böyle. İm-
ama uyan kişi isterse Fâtiha'yı içinden okusun, isterse okumasın. Kur'an'ın istediği, okuyanın sesini ayarlamasıdır:
"Nam-
azında sesini yükseltme, kısma da. İkisi arasında bir yol tut!" (İsra, 110)

Asrısaadet'te, rükû sırasında "Sübhane rabbiyel azîm: O büyük rabbimi tespih ederim", secde sırasında "Sübhane rabbiyel a'la: O yüce rabbimi tespih ederim" yerine başka cümlelerde söylenirdi. (bk. İbn Hemmam, 2/155-164) İlmihaller bunları da vermemekte, o iki cümleyi Allah'ın emri gibi kayda geçirmektedir. Oysaki namaz kılan kişi, namazının rükû ve secdesinde, Allah'ı yücelten veya O'na sevgisini ifade eden başka sözcükler kullansa namazı geçerli olur.


          *Resim Ve Heykelin Bulunduğu Yerde Namaz Kılınmayacağını İddia Etmek:

Bir yerde, resim ve heykel, tapma aracı olarak bulunduruluyorsa o yerde namaz kılınmaz. Böyle bir amacı olmayan resim 
ve heykellerin bulunduğu yerde namaz kılmanın İslam'a aykırı hiçbir yanı yoktur. Hasan el-Basrî (ölm. 110/728) resim ve heykelin 'ta'zîm' (yüceltme, tapma) makamında olmadığı zaman namaza zarar vermediğini fetvaya bağlamıştır. Bunun için-
dir ki Hasan el-Basrî'ye göre, kilisede kılınan namaz geçerlidir.
(Kal'aci; Fıkhu'l-Hasan el-Basrî, 2/594/596)


          *Sarıklı Namaz Kılmanın Sevabı Artıracağını Söylemek:

Arap örflerini dinleştirmek isteyenlerin uydurmalarından biri de budur. İslam'ın evrenselliğine tamamen aykırı bu iddia, ba-
zı uydurma hadislerle dinselleştirilmiştir. Bu uydurmalar dikkate alınırsa namazda başa sarık saranlar cenneti garantilemiş olmaktadır.
(Bu anlamdaki uydurmalardan bazıları için bk. Elbânî; ez-Zaîfa, 1/249-253,292; 3/362-363)


          *Namazlardan Sonra Tespih Diye Bilinen Aletle Sayı Tutturmak:

Budizm'in, dikkati bir noktada toplamak için kullandığı bu tespihler bizim kültürümüzün bir parçası halinde getirilmekle kal-
mamış, din hayatımızın da bir parçası yapılmıştır.

Peygamber ve sahabenin hayatında namazın içinde veya dışında tespih çekme diye bir şey yoktur. Sonraki zamanlarda Hint sistemlerinden tarikatlar yoluyla giren bu tespih çekme bid'atı giderek namazın bir parçası yapılmış ve camiler bu Budist aletiyle doldurulmuştur. Tabii ki her konuda devreye sokulan hadis patentli uydurmalar burada da devreye sokulmuştur.

Muhaddis-bilgin Elbânî, bu tespih aletinin bid'atlığını sayfalarca anlatmaktadır. O sayfalardan anlıyoruz ki bu bid'at, ilk za-
manlarda taşla sayı tutturmak için bir hadis uydurdular. Buna göre, Hz. Peygamber, tespihlerinin sayısını unutmamak için taşları kullanmış. (Elbânî; Ahâdîs ez-Zaîfa, 3/47) Taşla sayı tutturmayı adetleştirmeye kalkanlara, sahabenin en fakîhlerin-
den biri olan İbn Mes'ud (ölm. 32/652) şöyle diyordu: "Zulümleşmiş bir bid'ata daldınız!" (Elbânî, aynı eser, 1/184-186) Taş-
la sayma bid'ati daha sonra Budist aleti tespihlerin kullanımına dönüştürüldü. Bu aşamada Budist aletini kutsallaştıran uy-
durmalar görülmeye başlandı.

İşin esası şudur: Değil, elde tespih sayı tutturmak, namazların arkasından dille tespih çekmenin namazın bir parçası oldu-
ğunu söylemek bile doğru değildir. (Elbânî; ez-Zaîfa, 3/395-396) Peygamberimizin böyle bir uygulaması yoktur. Hz. Fâtıma 
(ölm. 11/632)ya, namazların arkasından 33 tespih çekmesini söylediğine ilişkin rivayetin de uydurma olduğu ispatlanmıştır. (Elbânî; ez-Zaîfa, 4/271) 




                                                                     İslam Nasıl Yozlaştırıldı - Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk -

 

 

 
 
 
 

 
 
 
 
 
 

Başkuyu mahallesi
+90 5374864616